Bugün; 04 Mayıs 2024, Cumartesi
YAZARLAR
Çıkam Dağlara Dağlara

       Bıktım şu kent yaşamının gamından, kesafetinden, hava kirliliğinden ve bilumum çirkefliğinden! Neredeyse çarşıdaki pazardaki insan sayısından fazla, adım başına araba! Ayran budalası mı olduk ne? Kulakları tırmalayan gürültü ve klaksiyon sesleriyle egzoz gazı soluyorum gün boyu.

       Gayrı göre göre kanıksadığım hâlen de kanıksamaya çalıştığım sosyal kepazelikler, her nevi “şenâat” ve “denâat”ler bir sanat şekline dönüşmüş handiyse.

       Keçi yolu kaldırımlardan daha rahat. Vitrin camına bakanlarla ayaküstü çene çalanlara toslamadan yürüyene bravo! Fırın da, vezne de, gişe de, durak da, hastane de ve sair yerlerde; kuyrukta beklemektense kuyruk acısı çekmeye dünden razıyım.

       Tam bir hapishane! Dört bir yanım beton yığını dev binalarla çevrilmiş, görüş alanım ise oldukça daralmış bir vaziyette. Karşı balkon ve pencerelerden bakan yüzlerce gözün gözetimi altındayım inanın. Bu ne hâl yahu!?

       Kentsoylu olmadığım için kalıtsal köylülüğüm ve kırsal kesime mensubiyetim ağır basıyor. Çağa ve zamana, gelişen teknolojiye ayak uyduramadığımdan dolayı; tabîlikle sunîlik arası orta çizgide, bir iç savaş hâlindeyim heyhat! Yapaylığın beni iğdiş etmesinden ve altalamasından biteviye korkuyorum hâsılı.

       Ne akvaryumdaki süs balıkları ne de süslü kafesteki kanaryalarım… Ve ne de saksı çiçekleri… Doğaya olan özlemi mi gidermeye yetmiyor. Fanustaki her gün kamburunu fırçaladığım Singapur kaplumbağalarından da artık tatmin olamıyorum. Tedirginim, dardayım, tenakuzdayım! Bilmem n’etsem, nere gitsem ki?

       Ya şu televizyon (fitnevizyon) kanallarında, “dizi” tandanslı terbiyesizliği hamiyetperver halkımızın “ahlak-ı umumiye”sini ifsada memur sözüm ona sapı silik güruhun sefih icraatları var ya?!. İşte ırzı kırıklığın som versiyonu budur diye düşünüyorum.

       Ya şu ne idüğü belirsiz kız ve oğlanların tepinerek “fang fing fo” diye müzikal şov yapmaları ve dırlamaları yok mu? Delleniyorum!

Tümden yadırgı ve yabanıl kusulası şey. Bizim köy de Bekri Mustafa’nın boz eşşeğinin çifte atıp çayırda anırması, bana daha câzip geliyor. Anlaşılan duygularım henüz nötralize olmamış. Hâlâ birçok şeyi algılayıp ilinti kurabiliyorum.

       En iyisi fazla inkıtâya ve inkılâba uğramadan… Kire ve kokuşmuşluğa bulaşmadan… Radyasyonlu, karbondioksitli ve hormonlu kanserolojik maddelerden uzak; şöyle bol oksijenli kekik, yavşan kokan heybetli dağların hür havasını solumak istiyorum.

Hususiyetle kaynaşamadığım kozmopolit insanlara nispet; kurtlarla kuşlarla kaynaşmak istiyorum. Varsın “Dağ Adamı” desinler, “kıtıpiyos” demesinler de…

       Ozon tabakası delinecekmiş, gam değil. Vay laiklik elden gidiyor(!)muş, umurumda mı? Bu gün dünya bilmem ne günüymüş, hadiyin lan!. Mavranıza, mavalınıza başlatmayın şimdi! Safra kesesinden attığınız tafranıza da!..

Alın şu kırılası gitarınızı da, verin kavalımı tek! Dağarcığımdaki arpa ekmeği bana yeter! Kusarım karidesinize, havyarınıza… Ben şu an da kamalakla karaardıcın gölgesine otağımı kurmuş bulunuyorum. Çoban yıldızının doğuşuyla şafağın sökmesini bekliyorum badehȗ

Kendisini Bolu beyi zannedenlereyse buradan haykırıyorum: Çamlıbel de koç Köroğlu, Toroslar da ben… Var mı diyeceğiniz? Deli rüzgârların alıp götürdüğü dedemin türküsünü de ünlemeden edemeyeceğim:

       “Garip bülbül değilim ki

       İnem bağlara bağlara.

       Kartal bakışlı yiğidim,

       Çıkam dağlara dağlara.”

       Dağlar, elbette üç-buçuk çapulcu soysuz PKK’cıların barınağı değildir. Dağlar, bizim dağlarımız. Kuluncuna yaslanılası ve bir türkü çığırılası dağlarımız… Avlaklarında kınalı kekliklerin ötüştüğü ve sürmeli geyiklerin su içtiği dağlarımız…

       Dağlar heyyy!

Yazarlarımızı Tanıyalım -2-

Sabahattin Ali

41 yıllık kısa hayatına sığdırdığı eserler ile edebiyatımızın unutulmaz isimleri arasına giren Sabahattin Ali, ağırlıklı olarak öykü üzerine eserler vermiştir fakat romanlarıyla ön plana çıkmıştır. Özellikle Kürk Mantolu Madonna’nın bir popüler kültür ürünü haline gelmesi Sabahattin Ali’nin bilinirliğini daha da artırmıştır. Çeşitli şehirlerde eğitim görmesi, öğretmenlik yapması ve cezaevinde kalması gibi durumları eserlerine yansıtırken aynı zamanda eserleri birçok sinema filmine konu olmuştur.

Aşk, sevgi ve kırsal kesimin sorunlarına değinen öyküler yazan Sabahattin Ali’nin şimdilerde en çok ilgi çeken romanı Kürk Mantolu Madonna, o dönemin Hakikat gazetesinde ‘Büyük Hikâye’ başlığı altında 48 bölüm olarak yayımlanmıştır. Aynı zamanda bu roman birçok dile çevrilmiştir. Öykü, roman, şiir, çeviri alanında eserler veren Sabahattin Ali, Bulgaristan sınırını geçmek üzereyken uğradığı saldırı sonucu hayatını kaybetmiştir. Dikkat çeken diğer eserleri ise: İçimizdeki Şeytan, Kuyucaklı Yusuf, Değirmen ve Yeni Dünya

Kemal Tahir

Devlet Ana, Esir Şehrin İnsanları, Kurt Kanunu, Yorgun Savaşçı gibi kült eserleri edebiyatımıza kazandıran Kemal Tahir edebiyatımızın en üretken isimler arasındadır. Benimsediği Sol dünya görüşünü ve Marksizmi toplum yapısına uyarlamaya çalışmış ve bunu romanlarına yansıtmıştır.

İstanbul’a döndüğü yıllarda "Vakit", "Haber", "Son Posta" gazetelerinde röportaj ve çeviriler yapmış, gazetelerin ardından da Yakup Kadri, Arif Nihat Asya gibi şair ve yazarların içinde bulunduğu “Geçit” adlı bir edebiyat dergisi çıkarmıştır.

Kemal Tahir uzun yıllar hapiste kalmış bu süreçte takma isimler ile mizah öyküleri ve polisiye romanlar yazmıştır. Kitapları Halit Refiğ, Metin Erksan, Atıf Yılmaz gibi yönetmenler tarafından sinemaya aktarılan Kemal Tahir’in NamuscularKarılar KoğuşuEsir Şehrin İnsanlarıDam AğasıBir Mülkiyet Kalesi gibi romanları ölümünden sonra yayımlandı.

Rıfat Ilgaz

Rıfat Ilgaz denince birçok kişinin aklına ilk olarak Hababam Sınıfı geliyor olsa da Rıfat Ilgaz sadece bir romancı değil bunun yanı sıra öykücü ve şairdir. Yazılarında her zaman toplumcu çizgisini devam ettirmesinin dışında bir de ülkenin zor günler geçirdiği dönemde dergi çıkarmaya devam etmiş bir isimdir. Edebiyatımızın en üretken isimlerinden olan Rıfat Ilgaz, yazın hayatına şiirden mizah öykülerine, romandan çocuk kitaplarına farklı alanlarda eser sığdırmıştır.

Umur Bugay’ın senaryolaştırdığı ve Ertem Eğilmez yönetmenliğinde çekilen Hababam Sınıfı’nın sinemada oldukça ilgi uyandırmasının ardından Ilgaz’ın bilinirliği artmış ve diğer eserleri giderek ilgi görmeye başlamıştır. Sevilen eserleri şunlardır: Halime Kaptan, Karartma Geceleri, Hababam Sınıfı, Bacaksız Okulda, Apartman Çocukları...

Orhan Kemal 

Türk edebiyatının ustaları arasında yer alan Mehmet Raşit Öğütçü veya kullandığı adıyla Orhan Kemal roman, hikâye, oyun, şiir tarzında eserler verdi fakat daha çok romancılık yönü ile tanındı. İlk öykü kitabı Ekmek Kavgası, ardından yayımladığı otobiyografik roman dizisi Küçük Adamın Notları ile şöhrete kavuştu.

1940’lı yıllarda ilk öykülerini Bacaksız Orhan takma adıyla yayımlamış ardından 43 yılında İkdam gazetesinde Asma Çubuğu öyküsünde Orhan Kemal adını kullanmış ve böyle devam etmiştir. Adana’da toprak ve fabrika işçilerinin dünyasını, İstanbul’daki gecekondu mahallelerini ve fabrika çevrelerini eserlerine yansıtmış bu durum okurlar tarafından beğeniyle karşılanmıştır. Başyapıtları arasında Hanımın Çiftliği, 72. Koğuş ve Murtaza adlı eserleri bulunmaktadır. 

Tarık Buğra

Cumhuriyet dönemi edebiyatımızın tanınan yazarlarından olan Tarık Buğra, özellikle romanları ile biliniyor olsa da hikâye, tiyatro, gezi yazıları alanlarında da eserler vermiştir.

Lise yıllarında Tarık Nazım takma adı ile şiir ve öyküler yazmıştır. Askerlik sonrası başladığı Edebiyat Fakültesi’nde Ahmet Hamdi Tanpınar’ın öğrencisi olmuştur. O yıllarda Oğlumuz adlı hikâyesi Cumhuriyet gazetesinin açtığı yarışmada ikincilik ödülüne layık görülmüş ve edebiyat dünyasının kapıları Tarık Buğra’ya açılmıştır. Gazete ve dergicilik de yapan yazarın en bilinen eserleri Osmancık, Küçük Ağa, Gençliğim Eyvah’tır.  

Yusuf Atılgan 

Yusuf Atılgan çok az eser vermesine rağmen romanlarında psikolojik yabancılaşma ve yalnızlık temasını başarıyla işleyen bir yazar olarak tanınmış ve modern Türk edebiyatının önde gelen ustaları arasında yerini almıştır.

Ömer Kavur tarafından Anayurt Oteli’inin 1987’de sinemaya uyarlanması ile beraber bilinirliği artmıştır. Aynı zamanda film 24. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden ödülle dönmüştür. Yusuf Atılgan’ın diğer bilinen eserleri Canistan ve Ekmek Elden Süt Memeden’dir. 

Sevgiyle kalın.

 

Mazimizde savaştan başka bir eylemimiz hiç mi yok?

Şöyle kestirmeden bir giriş, gelişme ve sonuç irdelemesi yapalım.

Hunlar; Teoman, Mete Han: Çin savaşları. Göktürkler; Bumin Kağan: Çin savaşları... Uygurlar; Uygur Kağan: Çin savaşları... Karahanlılar; Arslan Karahan... İslam; Hz. Muhammed (S.A.V.)... Selçuklular; Alparslan, Malazgirt Savaşı... Osmanlılar; Osman Bey- Fatih, Yavuz, Kanuni... Cumhuriyet; Mustafa Kemal Atatürk...

Elbette Selçuklu’ ya gelinceye kadar onlarca Türk Devleti kurulmuş yıkılmış. Orada da yine savaşlar, seferler v.s.

İlgimi çeken husus şu: Bu kadar Türk devleti kurulmuş yıkılmış da savaşmaktan başka hiç bir şeyle iştigal etmemişler mi?

Yukarıya yeniden göz atalım. Hunlar, Göktürkler, Uygurlar deyince aklımıza en başta bu Türk Devletlerinin Çinlilerle olan savaşları geliyor hemen. İç savaşlardan dolayı bölünmeler, parçalanmalar, yıkılmalar, kurulmalar cabası, hep savaş.

Karahanlılar Araplarla münasebet kuruyorlar. Yine savaşlar, direnmeler, yenilmeler, yenmeler, hep savaş...

Nihayetinde İslam dinini seçiyorlar. Peygamber Efendimizin hayatı gündem olmaya başlıyor. Yine 63 yıllık ömründe birer ikişer saat, bilemedin bir kaç gün süren savaşlardan başka anlatılan yine doğru dürüst bir şey yok. Hep savaş...

"Selçuklular" deyince "Alparslan" deyince Malazgirt Savaşı ilk akla gelen, hep savaş...

Osmanlı dedin mi zaten dünyaya kılıcıyla hükmeden 600 yüz yıllık bir hükümranlık, imparatorluk aklımıza ilk gelen...

Fatih, Yavuz, Kanuni... Yavuz, Çaldıran Savaşı, şu kadar ölü... Kanuni, Mohaç Muhaberesi, bu kadar ölü. Fatih, İstanbul'un Fethi o kadar ölü...  Hep savaş... Atatürk, Kurtuluş Savaşı... Yine ölü, yine denize dökmeler, hülasa hep savaş...

Cumhuriyette bile, muhtıralar, mektuplar, ihtilaller, harekâtlar, darbeler, darbeler, darbeler, hep savaş...

Hakikaten yazıyı okurken sıkılmadınız mı? Ben yazarken sıkıldım.

Yahu arkadaşlar!

Neredeyse 2500 yıllık bir süreci birkaç cümle ile özetledim buraya. Bu dönemde, devletlerin, devlet başkanlarının isimlerini duyunca ilk aklımıza gelen olaylar hep savaşlardan ibaret

Bizim atalarımız, dini ve milli liderlerimiz 7/24 durmadan savaşmışlar mı? Mesela, hiç uyumamışlar, yemek yememişler, komşu oturmalarına gitmemişler, güvercin takla, saklambaç, dokuztaş gibi oyunlar oynamamışlar, tuvalete dahi gitmemişler mi?

Hep silahları bıçakları ellerinde, kılıçları bellerinde, adam mı kesip biçmişler? Hep adam mı öldürmüşler?

Sahi bu tarihi kim ya da kimler yazdı, kimler okuttu, kimler okumak zorunda bırakıldılar?

Hala da aynı savaş naraları devam etmiyor mu? Bu tarih empozesinin semeresi değil mi bu olanlar?

Sonra da "biz niye Mercedes yapmadık, uçak yapmadık, toplu iğne yapmadık?" diye ağlayan ağlayana, suçlayan suçlayana...

Türk milletini hep savaşırken, adam öldürürken tasvir eden tarih yazıcıları ve anlatıcıları, bu yaptıklarıyla bize bizim tarihimize ne fayda kazandırdılar da biz ilimde, fende ve her alanda, "uçacağız, kaçacağız?"

Tabi ki bu şekilde yazılan tarihi okuyan nesiller her dakika, kadınları, suçsuz günahsız insanları, babalar oğulları, oğullar babaları, aynı topraklarda yaşayan ve kardeşçe yaşaması gerekenler birbirlerini öldürürler, katlederler.

Tarihi kazananlar yazsa yine iyi, tarihi hep işine öyle geldiği için yazanlar yazıyor ve bize de okutuyorlar, "tarihiniz bu" diye yutturuyorlar.

Yazık.

 

Suriyeli ve Afganlı Göçmenler (!)

            Sevgili Sami YILDIZ  hocamızın göçmen sorunu ile ilgili yaptığı bir araştırmayı bizimle paylaşmasaydı bu yazı yazılmayacaktı.

            Ağır bir konudur; çünkü başlangıçta yalın  ve   doğrudan insanı, insanla muhatap etmek gibi bir yükü, bir metafizik boyutu vardır. Metafizik boyutu vardır; çünkü insan olduğunuz için önce merhametle donanmış olmanızı gerektirir. Merhamet nuruyla tanışmamış insanın göçmen(!)konusuyla ilgilenmesinde ne samimiyet vardır ne derinlik. Olsa olsa ilginiz sosyal medya küfürbazlarının yüzeyselliğine eş değer bir takıntıdır Çünkü bugünkü anlamıyla göç olgusunu anlayabilmek için siyaset bilimi, tarih, sosyoloji, psikoloji, hukuk, coğrafya gibi disiplinlerin hepsine birden ihtiyaç duyma zorunluluğumuz vardır.

            Bu konuyla ilgili epeyce çalışma yapıldığına şahit olmak sevindirici.(Örneğin Uşak Üniversitesi Göç Araştırmaları ve Siyaset  Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetmeliği’nin 6.maddesini ‘’uygulamaya’’ yaptığı vurgu nedeniyle değerli buluyorum)  Diğer akademik çalışmaların da, kavramsal çalışmalarla birlikte  pratik hayattan alınmış ve uygulanmış sığınmacı örnekleriyle konuyu zenginleştirmesi beklenir ki; şehir efsaneleriyle zehirlenen Suriyeli veya Afganlı düşmanlığı sosyal medya cehaletinin insafına terkedilmiş olmasın.

             Ülkemizdeki göçmenler(aslında 2006 tarihli  Resmi Gazetede yayımlanan İskân Kanununa göre bu insanlara göçmen diyemeyiz. Çünkü kanun Türk soyundan gelme ve Türk kültürüne bağlı olma şartını getiriyor. Başlıkta ki parantez ünlemi odur) Savaşın tahrik ettiği can pazarı bu insanları, seçeneksiz bırakmış ve bir yerlere  sığınmaya zorlamıştır. Yani ekonomik konforu hedef alan bir seçim yok ortada.

             Sığınmacılara hayatı kolaylaştırıcı disiplinler içinde  psikoloji, merkeze yerleşir kanaatindeyiz.(’’Mültecilerin göç alan ülkeye yerleşmelerinde ve uyumundaki başarı ve başarısızlıkları o ülkedeki hükümetlerin ve toplumun tutumlarına, göçmenlere destek programlarına ve göçmenlerin fiziksel ve ruh sağlıklarına yönelik kolaylaştırıcılara bağlıdır. (Sue 1977)’’Dünyada göç ile ilgili çok sarsıcı deneyimler yaşanmasına rağmen Türkiye’de benzer bir süreç yaşanmamıştır. Bunun  sosyal, kültürel ve siyasal sebepleri olduğu söylenebilir .Zübeyit GÜN-Türk Psikoloji Bülteni sayı:38 sf.27)

            Son 4-5 yıldır sataşma, aşağılama, küçümseme hatta hakarete varan psikolojik saldırıların küçük çaplı fiziki şiddete dönüşmesinde Ümit Özdağ gibi değil sığınmacı, ülkemiz insanını bile sevme nimetinden mahrum siyasi figürlerle, kurucu iradenin eğitim yoluyla beslediği Batı ajandalı Yahudi tipi milliyetçilik anlayışını saplantıya dönüştürmüş tiplerin sosyal medyadaki duruşlarının etkisi büyük olmuştur.

              Mültecilerin ülke ekonomisine yaptıkları katkı, ticari hayata getirdikleri canlılık  (örneğin sadece Gaziantepte Suriyeli iş insanlarının yaptığı 4 milyar dolarlık yatırım )ve sanayide ağır işleri yüklenimdeki tasarruf gibi maddi ve manevi getirileri hiç görmemezlikten gelerek sadece Batı ezikliğinin verdiği kompleksle Suriyelilerin şahsında kibirlerinden (!) dolayı tepeden baktıkları Arap toplumuna saydırdıkları şuur altı hezeyanlarının neye tekabül ettiğini biz, onları Mekke ve Medine hatıralarından  tanıdığımız Falih Rıfkı Atay kadar tanıyoruz.    

            Yazı uzadığı için kapatacakken İngiliz  Daily Expres’de bir yorumun ‘’Erdoğan’ın, mülteci konusundaki ilkeli duruşu ,siyasi çıkarlardan kaçınması ve mültecileri tamamen güvende olana kadar ülkelerine geri göndermeyi reddetmesi, onun insani değerlere olan sarsılmaz bağlılığının altını daha da çiziyor’’ tespitiyle yazının ikinci paragrafı bire bir örtüştüğü için böyle kapatayım istedim.  Gazete yorumun sağına ’İlk turda salladık, ikinci turda kazanacağız’’ diyen ve insanı gülümseten K.Kılıçdaroğlu reklamı koymuş. Selamlar.                   

 

Bizim Hoca Bina Okur, Döner Döner Yine Okur

Bina; Arapça dil bilgisinde fiillerin çatılarını, çekimlerini içeren bir dersti. Medreseye yeni başlayan öğrenciler için oldukça zordu. Bina derslerinde başarılı olan çocuklar, üst aşamaya geçerken, başarısız olanlar yeniden bina okumaya mecbur edilirdi.

Elbette her oyuncunun oyun zekâsı, yeteneği, fizik kondisyon seviyesi birbirinden farklıdır. Konyaspor takımı çok çalışsa da bir şekilde ilerleme kaydedemiyor. Konyaspor takımı geçtiğimiz hafta aldığı 3 puanın kredisini, Alanya maçıyla yemiş oldu. Şimdi dönüp yeniden binayı okumak zamanıdır…

Alanyaspor mağlubiyeti için, öncelikle kadrodaki atacak ve tutacak oyuncuları inceleyelim. Slowik’in rahatsızlığı ile kaleye geçen Deniz, şansını kötü kullanmaya devam ediyor. Oyun kurma, defans hattı ile iletişim, takımı yönetme konusunda ilk çıktığı maçtan bile daha bariz hatalar ile göze çarpıyor.

Santrafor dediğimiz oyuncular, Teknik, agresif, yırtıcı, pivot gibi özelliklere sahip oyunculardır. Bazıları birden fazla özelliğe sahip olabilir. Birde transfer sezonu hatası ile alınmış golle pek alakası olmayan, kariyeri boyunca 50 gol civarı atarlar. Sonraki aşama belli bir tekniğe sahip olmasına karşı sakatlıklar mücadele edip, bekleneni bir türlü veremeyen oyunculardır. Son olarak Sambou tarzı oyuncular vardır ki, bırakın tekniği veya fiziği koşmasını dahi bilmezler.  Skor katkısı yapmazlar, fakat her nedense son dönemde takımı eksik bırakma pahasına sahada yerini alıyor. Alıyor da ne yapıyor?

Futbolda takımlar, bazen birçok şeyi doğru yapmaya çalışsalar da, işlerin yolunda gitmediği maçlar olabilir. Bu maça o gözle bakmak isterdim, ancak hocanın gereksiz Sambou ısrarını anlamakta zorlanıyorum. Bir maçta da Ethemi, Ndao ve Marlos’u aynı anda sahada görsek daha ne kaybedebiliriz?

Konyaspor bu maçta topa sahip olamadı. Pas trafiğini sağlayamadı çünkü çok düşük pas isabeti ile oynadı. Doğu dürüst hücum bölgesinde iş yapamadı. Çünkü maça hem forvetsiz hem de eksik çıkmıştı. İlk isabetli şutun 72. Dakikada, oyuna sonradan giren Prip’in zayıf vuruşu olduğunu düşünürsek bizim açımızdan içler acısı bir maçtı ki Alanya’da normal oyununun çok uzağında bir performansıyla,  elini kolunu sallaya sallaya 3 puanı, 2 golle almasını bildi.  

İnsanın uykusunu getiren, futbol adına neredeyse hiçbir şey göremediğimiz bir maçı geride bıraktık. Neyse ki Ankaragücü ve Kayserispor’da puansız ayrıldılar da fazla kaybımız olmadı!  İşin birde diğer boyutu var! Konyaspor maçı için, gününü zamanını ayırıp, tribüne gelme zahmetinde bulunan taraftarlar oynanan oyun, yapılmayan mücadele konusunda haklı olabilir. Takım mutlaka kazanması gereken maçta kaleye şut atamıyor. İnsanların canı yanıyor. Ancak maç devam ederken, takım kaptanını ıslıklamak bu şehrin insanına yakışmaz. Onun günü bugün değildir.  İşler zor görünse de bu takım ne kadar kötü olursa olsun, operasyon falan çekmezse, bu ligde düşecek takım değildir.   İç sahada oynayacağımız maçlar zorluk seviyesi deplasman maçlarına oranla daha zorlu görünse de benim iç saha maçlarından umudum, bugün ki oyuna rağmen halen devam ediyor. Takımdan ümidi kesmemek gerekiyor. Birçok sevinci ve hüznü beraber yaşadığımız şehrimizin en büyük marka değeri ligi hak ettiği yerde bitirecektir. Bütün kaos ortamına rağmen bunu yapacak bilgi birikim ve tecrübeye sahiptir.

Maçın sözü: Kaos ve hayal kırıklığı üreten şey netlik eksikliğidir.

 

Annelik

Geçen gün komşum Huriye teyze ile sohbet ederken bana başından geçen ilginç bir olayı anlattı. Olay baya bir ilgimi çekti…
Bende bu ilginç olayı sizlerle paylaşmak istedim…
İlgimi çekti diyorum çünkü son günlerde yaşanan bazı olaylarla zihnimde ilişkilendirmeme neden oldu bu olay…
İki hafta önce komşum evlerinin bodrum katında hamile bir kedi görmüş iki gün sonrada mutfağın penceresinin önünde gün boyunca aynı kedinin doğum yapmış olduğunu ve sürekli miyavladığını görünce de herhalde karnı aç ondan diye düşünmüş…
Neyse o günün akşamı arka odada bulunan kapağı açık kalmış dolabın içinden el yüz havlusu alacakken bir şeylerin hareket ettiğini fark edince korkmuş ve hemen eşine haber vermiş…
Eşi de gelip bakmış birde ne görsün dört tane yeni doğmuş birkaç günlük kedi yavruları…
Tabi çok şaşırmışlar bu duruma nereden nasıl geldi bunlar buraya diye…
Çok geçmeden anlamışlar ki; kedi bodrum katta doğum yapmış komşum evde yokken de hava alması için açık bırakılan mutfağın camından yavrularını daha güvenli bir yere yani o dolabın içine taşımış…
Camın kapalı olduğunu görünce de resmen açın camı diye yalvarmış yavruları için…
Lafa gelince de hayvan işte der geçeriz…
Hayvan da olsa insan da olsa annelik evrenseldir…
Anneliğin dini dili ırkı insanı hayvanı olmaz annelik bambaşka bir şey…
Tabi insan, üstün olarak yaratılmış varlık. Annelik ise bu üstünlüğünde üstünde ama şu sıralar bunu unutmuş ve bir kedicik kadar olamayan anneleri de görmek mümkün toplumda…
Ne demek istediğimi az çok anlamışsınızdır…
Anne var adı hayvan ama yavruları için çırpınan. Anne var adı insan ama yavrusunu sokağa bırakan. Birde anne var oda insan evladı olmayanın karnını doyuran…
Evet, Nisa Mihriban bebekten bahsediyorum…
Tamam, olayın iç yüzünü bilmiyorum günah almak da istemem ama ne olursa olsun bu bir caniliktir bunun başka bir açıklaması yok…
İnsan ne kadar çaresiz olursa olsun bu caniliği bu bahaneyle örtbas edemez…
Bu ülkede bir otorite var, bir sosyal devlet var. Devlet vatandaşını böyle bir caniliği yapmaya asla mecbur bırakmaz…
Zira devletin himayesinde bulunan nice yavrucaklar var nice anneler var…
Buna rağmen Nisa bebeğin yaşadığını yaşayan birçok bebek var olmaya da devam ediyor ne yazık ki…
Ana babanın hatasını günahsız yavrucaklar çekiyor olan onlara oluyor…
Herkes evlat sahibi olabilir lakin gerçek anne baba olmak hele hele gerçek annelik bambaşka bir şey…
Allah ıslah etsin böylesi anneleri diyorum başkada bir şey demiyorum diyemiyorum…
Ama şunu da söylemeliyim ki; toplumda ahlaki düzen bozulmaya devam ettikçe insanı insan yapan vicdan, merhamet, edep en önemlisi de Allah korkusu yok olup gidiyor maalesef…
Allah sonumuzu hayretsin ne diyelim…

TE’VÎLÂTÜ’L-KUR’AN’ ın Türkçeye Tercümesi’nden NOTLAR -11-

10. CİLT’ten Notlar 

* “Firdevs” Bir izaha göre Rumca bir kelime olup bahçe dernektir. Allah (c.c.) cenneti değişik isimlerle anmıştır. Bunlardan bir kısmı Adn, Naîm, Me’vâ, Firdevs’tir. [İsimleri çok olmakla birlikte] gerçeklikte cennetler tektir. Çünkü “Adn”  kelimesi ikamet yeri demektir. Naîm, verilen nimet, Me’vâ da aynı şekilde ikamet yeri demektir. Sonra Firdevs, Adn, Me’vâ bunlar naîm, yani nimetlerdir. Bazı rivâyetlerde Hz. Peygamber’den (s.a.) şöyle hadis nakledil­miştir: “Firdevs, cennetin en yücesi, tam ortası ve en güzel yeridir”. Eğer bu rivâyet sabit ise o, bahsedildiği gibidir. (s.20)

* Allah’ın insanı yaratmış olmasının sadece ölüm için değil “Sonra da kıyâmet gününde tekrar diriltileceksiniz” [Mü’minûn, 23/16] buyruğunda bildirildiği üzere hesaba çekmek amacıyla diriltmek için olduğunu söyleriz. (s. 28)

* “Heyhâte heyhâte” [Mü’minûn, 23/36] bir işin olmasının uzaklığını ve inkârını ifade için kullanılır ve “uzak ki ne uzak!” yani asla olmayacak iş demektir. (s. 42)

* Resûller de diğer insanlar gibi emir ve yasaklarla imtihan edilirler. (s. 50)

* “Verdiklerini, Rablerine dönecekleri inancından dolayı kalpleri ürpererek verenler…” [Mü’minûn, 23/60] Bu âyette şöyle bir işaret de vardır: Nasıl ki günah işleyen günahından ötürü korku içinde olursa, taat içinde olan da itaatinde Allah’tan bir korku içinde olur. Hz. Âişe’den (r.a.) bu yönde bir rivâyet bulunmaktadır. O bu âyeti Hz. Peygambere (s.a.) sormuş ve “Bu âyette sözü edilenler içki içenler, hırsızlık yapanlar ve zina edenler midir?” demiştir. Hz. Peygamber cevap olarak: “Ha­yır! Onlar oruç tutanlar, namaz kılanlar, sadaka verenler ancak bu halde iken yaptıkları ibadetlerin kabul edilip edilmediği konusunda kaygı duyanlardır. Onlar hayır işlerde yarışırlar!” buyurmuştur. “Kalpleri ürpererek” anlamına gelen kavl-i celîlin bu şekilde değil de, “Kalpleri, Rab’lerine ne ile/nasıl döne­cekler, saîd olarak mı yoksa şakî olarak mı? diye korku içinde olurlar, şeklinde yorumlanması da mümkündür. En doğrusunu Allah bilir. (s. 57)

* Bazıları şöyle demişlerdir: “Berzah”, iki sûra üfleyiş arasında olan zamandır. Bazıları da “Berzah” ölüm ile yeniden dirilme arasında geçecek olan zamandır, demişlerdir. Bu, Kelbî ve Katâde’nin görüşleridir. Mücahid ise şöyle demiştir: Berzah, ölüm ile dünyaya yeniden dönme arasına konulan engeldir. İbn-i Kuteybe ve Ebu Ubeyde ise şöyle demişlerdir: Berzah, dünya ile ahret arasında olan dönemdir. Onlar İki şey arasında kalan her şey berzahtır, demişlerdir. Ebû Avsece: “İki sınır, yani dünya ile ahiret arasında kalan zamana berzah denir demiştir. Yine o, berzah, düz araziye denir demiştir. Berzahın aslı, hâciz, yani iki şeyi birbirinden ayıran engel demektir. (s. 87)

* Kabir azabının hissedilmesi uyku halinde iken vücuttan ayrılan idrak edici ruhun (nefs-i derrâke) bir halet-i ruhanîye şeklinde hissetmesi olup, insanın biyolojik canlılığını sağlayan ruhun hissetmesi şeklinde değildir. Bu aynen uyku halindeki birinin rüyasında kendisini bir belâ ve sıkıntı içinde gör­mesi ve şiddetli korku içinde olması ve kendisini daha önce bilmediği, hakkın­da bir haber duymadığı bir mekâna atılmış görmesi gibi olur ve onda canlıların belirtileri olur. Buna göre kabir azabının insana hayat veren biyolojik canlılık anlamına gelen ruh ile değil de eşyayı idrak edici/kavrayıcı ve hissedici ruh ile olması söz konusudur. (s. 96)

* Allah, her ne kadar iki cihanda da mâlik ise kendisini özellikle “Din gününün sahibi” [Fatiha, 1/4] diye nitelemesi, o gün mülkünde hiç kimsenin kendisine ortak çıkmasının söz konusu olamayacağı içindir. Dünyada iken mülkte ortaklığa yeltenenler olabilir. Ama o günde mülkün sadece ve sadece O’na özgü olması böyle bir nitelemeyi hikmetli kılmıştır. (s. 99)

* “Bağış­lasınlar, hoş görsünler” [Nûr, 24/22] mealindeki beyanla [yüce Allah] affetmeyi ve görmezden gelmeyi, bağışlamayı ona [Peygamber aleyhisselâma ve ona inanlara] emretti. Yani size kötülük yapanın yaptığını unutun ve bağışlayın, hatta onun yaptığı kötülüğe karşı sizin onu bağışlamanızı da anmayın, onun hatasından bahsetmeyin. Çünkü affın belirtilmesi başa kakmak gibi gö­rülmüştür. Tıpkı şu ilâhî beyanda olduğu gibi: “Sadakalarınızı başa kakmak ve incitmek suretiyle boşa çıkarmayın.” [Bakara, 2/264] Çünkü başa kakma ve bu şekilde in­citme sadakayı boşa çıkarır. (s. 151)

* İktidarsız ya da iğdiş edilmiş olsa bile bir erkeğin yabancı bir kadınla baş başa kalması caiz değildir. ( 173)

* Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu: “Ey gençler topluluğu! Sizden evlenmeye gücü yeteniniz hemen evlensin! Çünkü o gözü daha iyi sakındırır ve iffeti daha iyi korur. Kimin de gücü yoksa o zaman oruç tutsun. Çünkü oruç onun için kalkan olur.” Yine rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.) Hz. Ömer’e “Kızlarını ne yaptın?” dedi. “Onlar yanımdalar yâ Resûlallah!” diye cevap ver­di. Hz. Peygamber “Onlar ergenlik yaşına geldiler mi?” dedi. O, “Evet!” dedi. Hz. Peygamber “Sen onlardan birini dengi olan birinden alıkoyar ve evlenme­sini geciktirirsen mutlaka her gün sevabından bir kırat eksilir!” buyurdu. Bazı haberlerde de şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Bir kimsenin çocuğu evlilik çağına gelir ve onu nikâhlama imkânı da bulunur, buna rağmen onu evlendirmez de çocuğu bir günah işlerse günah aralarında ortak olur.” (s. 179)

* Zenginlik ve bolluk fesada, darlık ve yoksulluk da fesattan alıkoymaya sebep olabilir. Yahut bunlardan birinin diğerine üstünlüğü konusunu hiç ele almamak gerekir. Zira her ikisi de kulların kendisi ile sınandığı hallerdir: Şunlar fakirlik ve darlık yüzünden sabır ile ötekiler de zenginlik ve bolluk yüzünden şükür ile sınanmaktadırlar. Bu itibarla bunlardan birinin diğerine üstünlüğünü konuşmak lüzumsuz bir kelâm etmektir. (s. 183)

* Mümin, kendisine fitnelerden hiçbir şey dokunmadan ecir kazanabilir, bazen da fitnelerle imtihan edilir de Allah onu sabitkadem kılar. O şu dört hal üzere bulunur. Belâya mâruz kalırsa sabreder, verilirse şükreder, söyledi mi doğru söyler, hükmetti mi adaletle hükmeder. O diğer insanlar arasında ölülerin kabirleri arasında yürüyen bir diri gibidir. Nur üstüne nur. O beş nur içinde döner dolaşır; sözü nurdur, ilmi nurdur, girişi nurdur, çıkışı nurdur, kıyamet gününde cennete varışı nurdur. (s. 192)

* Kâfirler kıyamet gününde yüzüstü kapanmış halde, sürünür bir vaziyette olacaklardır. Müslümanlar ise ayakta, dik ve düz halde yürüyor olacaktır. (s. 213)

* Bazı fakihlerimiz Ebû Hanîfe’nin ihtilam olmaması halinde ergenlik yaşının on sekiz olarak belirleme şeklindeki görüşünü destekleme bağlamında şöyle demişlerdir: Çünkü oğlan çocukların­da ihtilam olma ortalama on beş yaşına ulaşmaları halindedir. Onlar belki bu yaştan önce ihtilam olurlar, belki de ergen olmaları bu yaştan daha sonra olur. Mâruf olana göre âlimler on iki yaşından küçük olanların ihtilam olmama­sı, on iki yaşına ulaşınca da ihtilam olmasının ihtimal dâhilinde kabul ettiler. Bu durumda ihtilaf edenler arasında ortalama yaş olarak kabul edilen on beş senenin üzerine, on iki yaşında ergen olma ihtimaline binaen nasıl ki üç sene ilâve varsa üç sene eklediler. [Yani en son 18 yaş dediler.] (s. 229)

* Yoksul ve ihtiyaç sahibi biri peygamberlik görevine liyakatte zengin ve varlıklı kimselerden daha elverişlidir. Çünkü insanlar zengin, mülk ve saltanat sahibi kimselere zaten tâbi olurlar. Eğer Hz. Peygamber (s.a.) zengin, varlıklı, mülk ve saltanat sahibi biri olsaydı o takdirde sırf Hakka hak olduğu için uyanlarla araları ayırt edilemezdi. Fakir ve kendisi muhtaç biri olması halinde bu ayırım kolaylıkla yapılabilir. Ancak sahip olduğu mal mülk ve saltanat peygamberliğinin alâmeti ise -Dâvûd ve Süleyman peygamberlerde olduğu gibi- o takdirde hükümranlık -duasında da olduğu gibi- onun risâletinin mucizesi olur. “Rabbim!” dedi, “Beni bağışla; benden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver bana.” [Sâd, 38/35] (s. 255-256)

* İlim öyle bir izzettir ki onunla zillet asla bir arada bulunmaz. O, sahibine asla horlanma ve kahır getirmez. (s. 268)

* Yüce Allah kâfirlerin amellerini bir keresinde savrulmuş toz zerrecikleri, bir defasında kül, bir defasında serap, başka bir yerde kuvvetli yağmurun üzerindeki toprağı silip süpürdüğü yalçın kayaya benzetmiştir. Buna mukabil müminlerin amellerini de sabit, sağlam ve benzeri niteliklerle anlatmıştır. (s. 274)

* “Aksine onlar, başka değil, hayvan sürüsü gibidirler.” [Furkan, 25/44] Bazıları dediler ki: Onlar [kâfirler] hayvanlar gibidir, çünkü onların bütün kaygıları aynen hayvanların kay­gıları gibidir; yemekten ve içmekten başka bir şey düşünmezler, bunun dışında başka bir dertleri yoktur. Hayvanların akıbetleriyle ilgili herhangi bir düşün­celeri yoktur. Buna göre kâfirler bu yönden aynen hayvanlar gibidirler. “Hatta tuttukları yol bakımından daha da sapkındırlar.” [Furkan, 25/44] Birtakım yorumcular “daha sapkındırlar” ifadesi hakkında dediler ki: Çünkü hayvanlar Rablerini ve yaratıcılarını bilir, O’nu lisân-ı hal ile anarlar, oysa kâfirler ne Rab’lerini tanırlar ne de O’nu anarlar. Yahut “onlar daha sapkındırlar” çünkü çocuk edinme, şerik (ortak) isnadı gibi Allah’a lâyık olmayan birtakım yakıştırmalarda bulunurlar, ibadette O’na başkalarını ortak koşarlar. Oysa hayvanlar bunlardan hiçbir şeyi yapmaz, bu itibarla onlar kâfirlerden daha üstündür. Bazıları dedi ki: “Onlar daha sapkındırlar” çünkü hayvanlar yola sokulduğu zaman yol boyunca gi­derler, oysa kâfirler kendilerine hidâyet edilip doğru yola çağrıldıkları halde hidâyeti bulup da yola girmezler, davete icabette bulunmazlar. Bu itibarla onlar daha sapkındırlar. Yahut şöyle denir: “Onlar daha sapkındırlar” çünkü kâfirler hem kendileri saparlar hem de başkalarını yoldan çıkarıp saptırırlar, oysa hay­vanlar öyle değildir. (s. 291)

* Yağmura rahmet denilmesi, Allah’ın rahmetinin eseri olması sebebiyledir. Aynı şekilde cennete de rahmet denilmektedir, çünkü oraya giren ancak O’nun rahmetiyle girecektir. (s. 294)

* “Yine anılan o iyi kullar, asılsız şeylere şahitlik etmezler.” [Furkan, 25/72] Bazıları dedi­ler ki “lâ yeşhedûne’z-zûra” yani “asılsız şeye şahitlik etmezler”  cümlesinden maksat “zûr” mekânına uğramazlar demektir. “Zûr” ise müziktir. Buna göre âyet “onlar müzik icra edilen mekânlarda bulunmazlar” anlamındadır. Bazıları da şöyle yorum­lamışlardır: “Zûr”a şahitlik etmezler, “Zûr” da yalan demektir. Buna göre âyet “Yalancı şahitlik yapmazlar” anlamındadır. (s. 318)

* Hasan-ı Basrî dedi ki: Vallahi bir Müslüman kul için çocuklarını, çocuklarının çocuklarını ve yakınlarını Allah’a itaatkâr görmekten daha sevimli bir şey yoktur. Ve dedi ki: Onları Allah’a itaatkar görürüz de buna sebep gözlerimiz aydın olur. (s. 320)

* Bazı müfessirler şu açıklamayı yapmıştır: Firavun, [Hz. Musa’ya iman eden sihirbazların] ellerini ve ayaklarını kesmek, asmak gibi tehdit etmiş olduğu işkenceden bir kısmını onlara fiilen uygulamıştır. Ne var ki âyette onlara yönelttiği tehditleri gerçekleştirdiğine dair bir açıklama bulunmamaktadır. O yüzden biz yalana düşme korkusuyla bu gibi açıklamalara girmiyoruz. (s. 344)

* “Ezlefekallah”, Allah seni kendisine yakın etsin anlamındadır… “ez-Zülef” konaklar ve menziller demektir. Çünkü konaklar yolcuyu gideceği yere yaklaştırır. (s. 348)

* “Kim iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı vardır…” [En’am, 6/160] Bu beyanda “Kim iyilikle gelirse” denilmiş, “Kim bir iyilik işlerse…” denilmemiştir. Bu da belirttiğimiz gibi amellerin makbul olabilmesi için kişinin dünyadan tevhit üzere göçmesi, işlediği hayırları bozmaması şartı olduğunu gösterir. (s. 358)

* “Mercum” taşlanarak öldürülen demektir. Öldürmenin en şiddetlisi recimdir. (s. 367)

* Peygamberler, Allah’ın izni olmadan, helak olmaları için kavimlerine beddua etmezler. Görmez misin ki, Allah, Yûnus peygamberi kendisinden izin almadan kavmi arasından çıkıp gittiği için azarladığını bildirmiştir. O, izinsiz çıkması sebebiyle azarlandığına göre, bir peygamberin kavminin helak olması için izinsiz bir şekilde beddua etmesi muhtemel değildir. (s. 367)

* “Va’z” işin sonunun nereye varacağını kâh korkutarak kâh müjdeleyerek bildirmek, öğüt vermek demektir. (s. 375)

* Musa kıssası ve diğer peygamberlere ait kıssalar kitapta [Kur’anda] değişik yerlerde farklı lafızlarla, değişik şekillerde, bir takım takdim ve tehirlerle anlatılmıştır Bundan da maksat şahitlik, bilgi aktarımı vb. konularla ilgili pek çok ahkâmda lafızların harfi harfine korunmasının gerekmediğinin, aktarırken mananın korunmasına odaklanmak gerektiğinin anlaşılmasıdır. (s. 416)

* Kendisine bir haber gelen kimsenin görevi, o konuda –haberin yanlış ya da yalana ihtimali bulunması halinde- hak ve hakikat ortaya çıkıncaya kadar beklemesidir. (s. 440)

* Yüce Allah’ın nesneleri var edip bu âleme bahsedilen faydala­rı yaratması, ayrıca bütünüyle bu âlemi yaratması insanları sınamak içindir; bundan dolayı onlara emirler vermekte, birtakım yasaklar getirmektedir. Son­ra sonucu almak için onlara bir âhiret (akıbet) âlemi tayin etmiş ve orada itaat edeni ödüllendirecek, isyan edeni ise cezalandıracaktır. Eğer böyle bir akıbet (sonucun alınacağı öbür dünya) olmazsa o zaman bütün bu yaratmalar abes olurdu ve hiçbir hikmeti olmazdı. Çünkü bir binayı yapan, ondan elde etmek istediği bir yarar olmaksızın sırf onu yıkmak ve yok etmek için yaparsa, o za­man yaptığı işi hikmetten uzak ve tamamen anlamsız olurdu. Aynı şekilde evrenin yaratılması da böyledir. Eğer amaçlanan bir akıbeti olmayacaksa o da hikmetten yoksun ve anlamsız olacaktır. Âyetler, onlara inananlar ve tasdik edenler içindir. Onlara inanmayan ve tekzip edenler için ise lehlerine değil aleyhlerine âyetler olacaktır. (s. 487)

* Biz Allah’ın belirttiği üfleme, sûr gibi şeyleri şudur ya da budur diye açıklama yoluna gitmiyoruz. Ya da onun şu ya da bu olduğuna işaret anlamına gelecek bir söz de etmiyoruz. Ama bun­larla ilgili olarak Hz. Peygamber’den bir açıklama (tefsir) gelmişse o takdirde o doğrultuda açıklama yapılır. Hem bu, ameli gerektiren bir konu da değildir ki bundan dolayı onun sıhhatini ya da çürüklüğünü ortaya koyma külfetine girelim. Bu sadece tasdiki gerekli olan bir haberdir. Bu itibarla “nefh”, yani üf­leme ve sûr hakkında nasıl geldi ise öyle kabul ediyor, onları açıklama yoluna gitmiyoruz. En doğrusunu Allah bilir. (s. 489)

Üretim Bağımsızlık İlişkisi

Üretkenlik, iktisadi kalkınmanın en önemli motoru olduğu hepimizce bilinir. Meşru ve mübah olan her şeyin üretilmesi, ihtiyaç olduğu kadar aynı zamanda bir vatandaşlık görevidir. Köylünün ürettiği ürünler, şehirlinin icra ettiği ticaretler, sanayicinin çevirdiği çarklar bütünüyle iktisadi kalkınmanın bir gereğidir. 
İktisadi kalkınma, milli gelirin yükselmesine vesile olan en doğru yoldur. Milli gelirin yükselmesi, dünyadaki refahın sağlanmasına katkı sağladığı inkar edilemez. 
Her türlü üretkenlik ve iktisadi kalkınma, dünya hayatının refahı yanında ebedi hayatı kazandıracak bir yola vesile oluyorsa büyük bir nimet olur. İşte “ Ey Rabbimiz! Bize dünyada da ahirette de iyilik ver...” ayetindeki dua bunu ifade ediyor. 
Fert ve devlet zenginliği güç, kuvvet olup adaleti, içtimai yardımlaşmayı, mütevazılığı sağlıyorsa; arkasından özellikle Allah’a kul olmayı getiriyorsa ne kadar şükretsek azdır. 
Haram yollarla yapılan veya harama götüren üretkenlik, dünyada kalacağı gibi ebedi hayatı zindana çevireceği izahtan varestedir. 
Üzerinde durulması, konuşulması oldukça önemli olan bu konu ehli tarafından daha iyi izah edileceğinden eminim. 
Aslında benim ifade etmek istediğim hedef nokta bu değildir. Şüphesiz devlet ricali, iktisatçılarımız,sanayicilerimiz bu konunun önemini çok iyi biliyorlar. Benim özellikle vurgulamak istediğim nokta iktisadi kalkınmanın bağımsızlıkla bağlantılı olduğunu söylemektir. Gücümüz varsa vatanımızı başta olmak üzere her türlü kutsalımızı müdafaa edebiliriz. Ayasofya’yı açar her türlü iç ve dış terörü önleyebiliriz. Evimizde rahat uyur normal hayatımıza devam edebiliriz. 
Güçlü değilseniz iç ve diş canavarlara yem olmaktan başka bir yol olmadığı tarihi hadiselerle ispatlanmıştır. Onun içindirki Allah cc bizi bu konuda özellikle uyarıyor. Hatta şöyle emrediyor:“Allah’ın ve sizin düşmanlarınızı ve onların gerisinde olup sizin bilmediğiniz, ama Allah’ın bildiklerini korkutup caydırmak üzere, onlara karşı elinizden geldiği kadar güç ve savaş atları hazırlayın. Allah yolunda harcadığınız her şeyin karşılığı, zerrece haksızlığa uğratılmadan size tastamam ödenecektir.”Enfal 60. 
Şüphesiz zaman ve zemin neyi gerektiriyorsa ona göre güçlü ve hazırlıklı olmak zorundayız. İşte güçlü olmanın yolu da iktisadi kalkınmadan geçer. Onun için Türkiye’nin her tarafında bulunan sanayici kardeşlerimize, üretici köylümüze ve güçlü olmamıza katkıda bulunan herkese müteşekkiriz. Özellikle son zamanlarda devlet ricalimizin silahlanmaya verdiği önemi takdirle karşılıyoruz. “Kuvvetli mümin zayıf müminden hayırlıdır” hadisindeki mesaj oldukça önemlidir. 
Bu arada her üretici kardeşimize hatırlatmakla mükellef olduğumuz bir noktayı belirtmek isterim. Doğruluk,kalite,sözde durma,haram-helal ölçülerine dikkat etme ve özellikle Allah’a karşı kulluk görevlerimizi yerine getirme ilkelerinden ödün vermeyelim. Allah’a emanet olunuz. 

Özeleştiri mi/Savunma mı?

İnsanın hikâyesi ile İblisin hikâyesi birlikte başladı, beraber devam ediyor.

Hz. Âdem’in programına vakıf olan melekler ve İblis konuyu müzakereye daha insan yaratılmadan başlamışlardı.

Hem melekler hem de İblis itirazlarını dile getirdiler.

Yüce Allah onların itirazlarına gereken cevapları verdiğinde;

Melekler hakikate şu sözlerle teslim oldular:

Yâ Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alim ve hakîm olan ancak sensin” Bakara, 2/32.

İblis ise Allah’ın izahatına itiraza şu sözlerle devam etti:

Allah, “Sana emrettiğim zaman seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?” dedi. (O da) “Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın” dedi.” A’raf, 7/12.

Hz. Âdem ve Hz. Havva’yı cennete döndüren birlikte özeleştiri yapabilmeleridir.

İblisin ve avenelerinin önüne ebedi helaket kapısını açansa özeleştiriden kaçınarak hatalarında ısrarla devam etmeleridir.

Bir seçim daha bitti.

Uzun vadede kim kazanır?

Özeleştiri yapabilen kazanır.

Allah kâinatı bir matematik üzerine kurmuştur.

Bu değişmez kurallara Kur’an literatüründe “Sünnetullah diyoruz.

Takdir edilmiş kimsenin keyfine göre değişemeyen kanunlar bilimin temel konusudur.

İnsanın ve milletlerin/partilerin/cemiyetlerin kaderi, değişmeyen tabiat kanunları karşısında aldıkları pozisyona göre değişir.

“Gül Yetiştirme” sevdasıyla yola çıkanların mevcut sonuçlara bakıldığında bugün bir “Taif Duası” ile özeleştiriye ihtiyacı vardır.

O Peygamberi miraca taşıyan, kab-ı kavseyne ulaştıran duayı hatırlayalım ve hep beraber tekrar edelim özeleştiri yapalım:

“Allah’ım. Kuvvetimizin zaafa uğradığını, çaresiz kaldığımızı ve halk nazarında hor görüldüğümüzü ancak sana arz ederiz.

Ey merhametlilerin en merhametlisi! 

Çaresizlerin rabbi sensin. Allah’ım, huysuz, yüzsüz bir düşman eline bizi düşürmeyecek, hatta hayatımızın dizginlerini eline verdiğin akrabadan bir dosta bile bizi bırakmayacak kadar bize merhametlisin.

Allah’ım, eğer bize karşı kırgın değilsen; çektiğimiz mihnetlere, belalara hiç aldırmayız.

Fakat senin esirgeyiciliğin bunları göstermeyecek kadar geniştir.

Sana sığınırız.

Senin cemalinin nuruna sığınırız.

Bütün karanlıkları parlatan, dünya ve ahiret işlerin ıslahının yalnız ona bağlı bulunduğu nuruna sığınırız.

Allah’ım, sen razı oluncaya kadar senin affını diliyoruz.

Bütün kuvvet, her kudret ancak sendendir.”

Self-criticism/Defense?

The story of man and the story of the Devil started together and continue together.

Hz. The angels and Iblis, who were aware of Adam's program, started discussing the issue even before man was created.

Both the angels and the Devil voiced their objections.

When Almighty Allah gave the necessary answers to their objections;

The angels surrendered to the truth with these words:

“O Lord! We exalt you from your flaws, we have no knowledge other than what you have taught us. Surely, you are the only one who is knowledgeable and wise.” Baqara, 2/32.

Iblis continued his objection to Allah's explanation with the following words:

“Allah said, “What prevented you from bowing down with respect when I commanded you?” said. (He said) “I am better than him. Because you created me from fire. "You created him from clay," he said. A'raf, 7/12.

Hz. Adam and the Prophet. What brings Eve back to heaven is their ability to self-criticize together.

What opens the door to eternal destruction for the devil and his cronies is their insistence on their mistakes, avoiding self-criticism.

Another election is over.

Who wins in the long run?

The one who can make self-criticism wins.

God founded the universe on mathematics.

We call these immutable rules "Sunnatullah" in the Qur'anic literature.

Laws that cannot be changed according to the whim of a determined person are the basic subject of science.

The fate of people and nations/parties/societies changes according to the position they take against the unchanging laws of nature.

Those who set out with the passion of "Growing Roses" need self-criticism with a "Taif Prayer" today, considering the current results.

Let's remember the prayer that carried the Prophet to the ascension and the Qur'an, and let's repeat it together and make self-criticism:

 “Oh my God. We only inform you that our strength has weakened, that we are helpless and that we are despised in the eyes of the people.

O the most merciful of the merciful!

You are the Lord of the helpless. Oh my God, you are merciful enough to not leave us in the hands of a grumpy, brazen enemy, or even to a relative friend to whom you have given the reins of our lives.

Oh my God, if you are not angry with us; We don't pay any attention to the troubles and troubles we suffer.

But your generosity is too broad to show these things.

We take refuge in you.

We take refuge in the light of your beauty.

We take refuge in the light that shines all the darkness and on which the improvement of the worldly and the hereafter depends only.

Oh God, we ask for your forgiveness until you are pleased.

"All power and all power comes only from you."

 

Hasan Ukdem'i Gözyaşıyla Dinledim

Şair: “İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı” diyor ya. Bazen konferansaları, söyleşileri, sohbetleri bu şuurla dinleriz. Zira gözleri kapatarak dinlemek; o günlere geri dönmek, eski güzellikleri hatırlamak, yani o huzurlu, mutlu günleri tekrar yaşamak.

Konya’mız hamdolsun bu konuda bereketli. Her hafta mutlaka bir kültür, sanat, edebiyat, tarih, ilmi ve fikri… sohbet ve konferansla başbaşa olmamız söz konusu.

Dinlediğim en muhteşem programdı. Bir insan düşünün; azim, sabır, tevazu, samimiyet, çaba, bitmeyen metanet ve kararlılık. İşte hayata değer katan hususlar. Hasan Ukdem'in hayatı bana çok şeyler anlattı doğrusu. Unutulmayacak mesajlar aldım. İyi ki varsın Ukdem. Rabbim, şiir yolunda yolunu açık eylesin.

Unutulmaz bir andı. Konya'nın bağrından çıkan, kültüre, edebiyata aşina, şiirle dost olmuş, hayatını şiirle bezemiş kıymetli kalem Hasan Ukdem'i tebrik ederim.

23 Nisan Salı günü Ülkemizin ünlü, Selçukya Sanat 'ın usta şairi, Selçukya’nın kıymetli şairi Hasan Ukdem Konya Aydınlar Ocağı 'nın düzenlemiş olduğu söyleşide hayatı ve eserlerinden söz etti. Eserleri de, şiirleri kadar kıymetli. Kendi deyimiyle, her eser, insanın çocuğu gibi. Hasan Ukdem de, bu sevincini bizimle paylaştı. 

Konya Aydınlar Ocağı adına programı organize eden ve yöneten sayın Tayyar Yıldırım'a ve emeği geçenlere teşekkür ediyorum.

Ukdem, şiir yazmaya küçük yaşta başlamış. Önemli şairleri okumaya devam ediyor. Evinde yüzlerce kitap arasında en çok şiir kitapları olduğunu, bunlardan ilham aldığını söylüyor.

Hiç okula gitmemesine rağmen; okuma isteği, öğrenme merakı Ukdem’i bu günlere getirmiş. Demek ki azmin elinden bir şey kurtulmuyormuş. Her insanın içinde bir yetenek gizli, onu açığa çıkarmayı bilmek gerek. Ukdem, daha bebekken engelli olmasına karşılık, hayata küsmemiş, hep umutla hayata bakmayı bilmiştir. Aslında insanın beyninde engel yoksa diğer engeller, engel sayılmaz.

Tekraren Hasan Ukdem’e çıktığı Edebiyat ve şiir yolculuğunda başarılar diliyorum. Rabbim bu yolculukta zirveye tırmanmayı, ülke çapında şairliğe adım atmayı nasip etsin.

Her hafta değişik, konu ve konukları ağırlayan KONYA AYDINLAR OCAĞI’na teşekkür ederim. SELÇUKYA KÜLTÜR SANAT DERNEĞİ’ni kutluyorum, okullarda şiir programını başlatması sebebiyle. Selçukya şiir okulu şairlerini sevgi ve muhabbetle selamlıyorum.  

Ne Güzel! 

Hayatın anlamı, elifte gizli,

Elifçe hayatta, kalmak ne güzel,

Sözlerin sırları, arifte gizli,

Elifli hayatı, bulmak ne güzel!

 

Kula kul olmayıp, kıyamda ol hep,

Günaha dalmayıp, helalle dol hep,

Batılda kalmayıp, haklıyı bul hep,

Elifçe sedalar, salmak ne güzel!

 

Sözünün eri ol, bakma yalana,

Takdire boyun eğ, takma olana,

Gözlerin feri ol, gitme talana,

Elif gibi sevmek, gülmek ne güzel!

 

Kırıcı söz etme, kırılmayasın,

Gönül alıcı ol, darılmayasın,

“Kötü insan” diye, sorulmayasın,

Elifçe dostlara, gelmek ne güzel!

 

Adam kalmak gerek,  elif olarak,

Hakkı bulmak gerek, elif kalarak,

Cennete varılır, elif bularak,

Elifi okuyup, bilmek ne güzel!

 

Çare Sizsiniz!

“Gir cennetime” denmek istiyorsan,

Allah’ın gözünde çare sizsiniz, 

Kevser başına konmak istiyorsan,

Mananın özünde çare sizsiniz!

 

Miraç muradınsa âlem içinde,

Mefkûren bulunsun Âdem içinde,

İnsan aşkı varsa madem içinde,

Canların sözünde çare sizsiniz!

 

İkiyüzlülükte bitmeyen ah var,

Sırtımızda yüktür büyük günahlar,

Sevgi sözleriyle gönül ferahlar,

Dostların nazında çare sizsiniz!

 

“La”ya savaş açıp kırın putları,

“İlla” kamçısıyla vur tagutları,

Firavun soyunu ve Nemrutları,

Kur’an’ın izinde çare sizsiniz!  

 

Emanet

OZAN GÖZÜYLE

OZAN SÕZÜYLE

               Aşık Ataroğlu

 

Neyim var ki bana ait

Söylediğim söz emanet

Senin varmı sana ait

Seyrettiğin göz emanet

Sevgili dostlar, bu muhabbetimiz de emanet üzerine olsun istedim. Nedense biz millet olarak hatta insanlık olarak bu emanet konusunu ya anlayamadık yada anlamak istemiyoruz. Bir türlü içimize sindiremedik.

Bence insanın eğitiminde en önce verilecek ders emanet olmalı. Ana dilimiz gibi emanetin ehemmiyetini öğrenmeliyiz. Annenin babanın en önemli görevi olmalı bu emanet duygusunu evladına kazandırmak. Ama tabi duyguyu kazandırmak kendi yaşantılarıyla tezat teşkil etmemeli.

Bu duygu ve alışkanlık eğitimine okullarımızda daha da şumullü olarak devam edilmeli ve kazandırılmalı.

Bir japon atasözünde derk ki " Bize bu vatan atalarımızdan miras kalmadı, gelecek nesillerden emanet aldık"

Bu pencereden bakarak vatanımız bayrağımız cumhuriyrtimiz kültürümüz(gelenek görenek örf adetlerimiz  edebiyata eserlerimiz vb.) elimizde bulunan her şeyimiz gelecek nesillerin emanetidir.

En baştan çocuklarımız oyuncaklarını kırıyorsa, okul sıralarını kirletiyor çiziyorsa okul eşyalarına zarar veriyorsa emanet eğitimini almamış demektir.

İleriki yaşlarda çalıştığı kurumlarda da aynı sorumsuzluğuna devam ettiğini düşünün. Düşünün felaket olur değilmi. Zaten de olmuyormu. Çalıştığı fabrikayı zarara uğratanlar hatta yakanlar, yine çalıştığı kurumu babasın malı sanıp kendi menfeatına kullananlar aramızdan çıkmadımı halada devam etmiyorlarmı.

Şimdi biraz da en önceye gidelim. İnsanın ilk yaratılışına. Biz kendi kendimize olmamışız bizi en güzel şekilde yaratan ve ilkimizede Adem diyen bir yaratıcımız var. O da Allah.

Ne bedenimizin var oluşunda nede Dünyanın üzerindeki emrinize verilen her bir şeyin var oluşunda bizim bir sermayemiz yok. Sermaye Onun, onun kârı bizim. Tabi zararıda bize ait.

Senin ruhunu yaratıp üzerine bu bedeni giydiren sahibin, var oluştan bu yana daima rehberler ve kullanma kılavuzlarını da göndermiş.

Demiş ki sana verilen her şey emanet gönderdiğim rehbere birde kullanma kılavuzu verdim. Rehberden bu kılavuzun içinde yazanları öğren ve daima kılavuzu yanında taşı. Dünya hayatında neyi nasıl yapacağını bu kılavuza göre yapacaksın. Gün gelecek emanetini geri alacağım hesabıda o zaman görürüz demiş.

İnsanlığın yaratılışından bu yana ilk insanı kendi kendine ve çocuklarına rehber tain ettikten sonra binlerce rehber göndermiş ve son olarak ta bizlere Hz. Muhammed Mustafa'yı(s.a.v) rehber olarak göndererek hayat ve kulluk klavuzumuz olarakta Kuranı vermiş.

Dostlar bu konuda yazılacak çok şeyler var ama ben sözü şuraya getirmek istiyorum.

Şu anda tüm Dünyayı sarsan bir Çorana virüsü var.Bütün Dünya milletleri bu virüsle kalkıyor bununla yatıyor. Haberlerin hepsi virüs üstüne. Her kafadan tavsiyeler yorumlar. Ayrıca komplo teorileri. Bundan sonra yaşantı şöyle olacakmış böyle olacakmış.

Dostlar Dünya veya yaşantı sağ kalanlar için nasıl olur kimsenin bileceği bir şey değil.İnsanların komplo teorileri varsa Allah'ın değişmez kaderi var. Allah'ın indinde her şey biliniyor ve işleyiş ona göre gidiyor.

Eee Ataroğlu sen işi bitirdin yani hiç bişey yapmıyalımmı der gibisiniz. Asla öyle bir şey demiyorum. Tabi ki üzerimize düşeni yapacağız.

Hemen kullanma klavuzumuza ve rehberimizin tavsiyelerine baktığımızda zaten çok açık .

Ne buyurmuş efendimiz rehberimiz "Bir yerde veba varsa oraya girmeyiniz, bulunduğunuz yerde veba varsa da oradan da çıkmayınız"

İşte sana talimat uymalısın. Daha başka dinimiz ilim dinidir. Doktorların ve bilim adamlarının tavsiyelerine uyacağız. O zamanlar veba şimdi Corona. Geçen çağlar içinde nice virüsler, bulaşıcı hastalıklar çıkmış binlerce insan can vermiş.

Bunların hepsinden yaratan haberdar. Onun izni olmadan hiç bir şey çıkamaz. O dilemezse kimse bir şey dileyemez.

Dostlar muhabbetimizin başında konuşmuştuk ya bu beden bize emanet biz emaneti korumakla görevliyiz. Ölümün ne zaman nerde ne şekilde geleceğini bilemeyiz.

O zaman yapacağımız bütün korunmaları Allah'ın emri olarak yapmalıyız. İşte o zaman hareketleriniz ibadet hükmüne de geçiyormuş.

Vazifeni yap tevekkül et.

Haa, kendi emanetimizi korurken başkalarının emanetine de saygılı olmalıyız çünkü onunda hesabını bizden soracaklar.

Dostlar araya birde fıkra koyalımda hem düşünelim hem de birazcık gülelim.

Babayla oğlu deniz kenarına kamp yapmaya gitmişler. Çadırlarını kurup eşyalarını yerleştirmişler.

Akşama kadar yüzmüşler spor yapmışlar zamanı gelince de yatmışlar.

Gece bir ara baba uyanmış ki yıldızlar görünüyor. Hemen oğlunu kaldırmış demiş bak bakalım yukarıda ne görüyorsun bir değişiklik varmı.

Oğlu yıldızları görüyorum baba deyinca babası tekrar sormuş. Nasıl olmuş bu iş. Oğlu başlamış anlatmaya demiş , Astronomi ilmine göre yıldızlar birer güneştir onlardan galaksiler oluşur falan derken babası ensesine yapıştırmış.

Demiş ulan salak oğlum görmüyormusun çadırı çalmışlar.

Sevgili dostlar inanın çoğumuzun üzerimizdeki çadırdan haberimiz yok ahkam kesiyoruz.

Anlayan ne anlarsa anlasında ben bir ozan olarak muhabbete bir şiirle son vereyim.

Sağlıcakla kalın.

EMANET 2

Neyim var ki bana ait

Söylediğim söz emanet

Senin varmı sana ait

Seyrettiğin göz emanet

 

Emanetin sahibi var

Odur bize en güzel yar

Yeşil ova karlı dağlar

İniş yokuş düz emanet

 

Karun kadar malın olsa

Evin Barkın altın dolsa

Hesabı var nasıl olsa

Çok emanet az emanet

 

Geçen ömrüm bunca yaşım

Elim kolum ayak başım

Dilim dişim gözüm kaşım

Aynadaki yüz emanet

 

Dört mevsim gelip geçecek

Herkes ektiğin biçecek

Onlar bir mevsimlik çiçek

Torun oğlan kız emanet

 

Ataroğlum gönül eri

Emanete ver değeri

Benim sinem yangın yeri

Ocak onun köz emanet

VEYİS ERSÖZ HOCA’YI “İYİ BİLİRDİK…

Cenaze namazını kıldıran İmam, cemaate dönerek “Merhumu nasıl bilirdiniz?” diye sorunca; cemaat hep bir ağızdan “İyi bilirdik” diye üç defa aynı sözü tekrarlar ya… Veyis Ersöz Hoca’yı iyi bildik, iyi bilirdik ve iyiler arasında son yolculuğuna uğurladık.

Veyis Ersöz Hoca’mızı en son olarak Aydoğdu semtindeki evinde 4 Haziran 2018 Pazartesi günü ziyaret ederek elini öpmüştüm. Daha önce de Salih Sedat Ersöz Bey’in evinde Konya Aydınlar Ocağı Genel Başkanı Dr. Mustafa Güçlü ve üyeleriyle birlikte hatıralarını dinlemiştik. Konya Aydınlar Ocağı, Yazar Veyis Ersöz için Şükran Gecesi düzenleyerek ve teşekkür plaketiyle taltif ederek büyük bir vefa örneği göstermişti. O gecede de kendisinden hayatıyla ilgili çok anlamlı ve düşündürücü, genç nesillere ışık tutan hatıralar dinlemiştik.

Merhaba Gazetesinde 1994’ten 2001’e kadar yazı işleri müdürü olarak görev yaptığım süre içerisinde yazılarını bazen elden, bâzan de görev yaptığı Konya İlim Yayma Cemiyeti’nden bir başkası vasıtasıyla gönderirdi. Elden getirdiği zaman yazısını okur, beraber mütalaa eder ve memleket meseleleri hakkında konuşurduk.

Ziyaret ettiğimiz günden elli dört gün sonra vefat haberini aldığımda; “İmanla yaşadı, imanlı öldü!” dedim. Cenaze namazını kıldıran İmam, cemaate döner ve “Merhumu nasıl bilirdiniz?” diye sorunca; cemaat hep bir ağızdan “İyi bilirdik” diye üç defa aynı sözü tekrarlar ya… Veyis Ersöz Hoca’yı iyi bildik, iyi bilirdik ve iyiler arasında son yolculuğuna uğurlarken de oğlu Ömer Ersöz’ün dediği gibi Velhasılı Kelam Güzel Yaşadın, Güzel Öldün” deme makamındayız.

Kabri nurla dolsun, mekânı cennet olsun ve Rabbim bizleri de cennetinde cem eylesin.

 

allaha-ismarladik.jpg

Veyis Ersöz Hoca imanlı bir şekilde iyi yaşadı, imanıyla birlikte iyi bir şekilde aramızdan ayrıldı.

Kendisinden pek çok hatıra dinledim. Hânesine gittiğimde duvarda asılı duran levhada şu güzel hadisi şerif yazılı idi:

“Allah’ım! Dünyada bize iyilik ver. Ahirette de bize iyilik ver ve bizi ateş azabından koru.” Hz. Muhammed (s.a.v.)

Veyis Hoca, yazılarında devamlı olarak iyiliği emreder, kötülükten sakındırarak kötülere karşı savaş açardı. 

Televizyon izlerken, gazete okurken ya da ya da herhangi bir yerden geçerken görmek veya duymak istemediğiniz birçok şeyle karşılaşırsınız. Fakir insanlar, cinayetler, toplu kıtaller, katliamlar, açıkça haksızlığa uğrayan ama hakkını arayamayan kişiler, kavgalar, sataşmalar, küfürler, incitici ve aşağılayıcı sözler, çekişmeler, tartışmalar, çeşit çeşit menfaat uğruna çıkartılan huzursuzluklar, zorbalıklar ve daha birçokları.

Elbette siz de herkes gibi huzur ve güvenlikli, hiç kimsenin bir diğerine zarar veya tedirginlik vermediği, insanların barış ve dostluk içinde yaşadıkları, birbirlerinden daima güzel, övücü, saygı ve sevgi dolu sözler işittiği bir toplumda yaşamak istersiniz. Elbette diğer bütün insanlar gibi siz de televizyon kanallarını değiştirdiğinizde, gazete sayfalarını çevirdiğinizde veya işinizde, evinizde, ailenizle birlikteyken hep güzel ahlâka sahip, neşeli, candan, dürüst, saygılı, sevgi dolu, hoş sohbet insanlar görmek, hep müjdeli ve güzel haberler duymak istersiniz.

Barışın, huzurun ve güven ortamının hakim olduğu bir toplumda yaşamayı samimi olarak isteyenler arasında ortaya koyduğu kitapları, yazdığı makaleleriyle Veyis Ersöz’ü gördüm, hayatını anlattığında mücadele dolu, zulme karşı çıkan zâlime asla alkış tutmayan onurlu ve zorlu bir kaleme şahitlik yaptığımı söyleyebilirim.

Muhit ve çevrenize baktığınızda olayları akıl, vicdan ve sağduyu ile değerlendirdiğinizde, yukarıda sıraladığımız bütün bu güzelliklerin insanlar arasında hakim olması için çalışan, bütün vaktini, imkânlarını ve enerjisini buna vakfeden insanların var olduğunu fark edeceksiniz.

veyis-ersoz-2.jpg

İşte Veyis Ersöz de vakıf bir insan olarak karşımızda duruyor.

O halde size, bize ve hepimize düşen görev; iyilerle ittifak kurmak, iyi insanlar arasına katılmak, iyilerle, samimilerle, şefkatlilerle, candan ve adaletli insanlarla, dürüstlerle, merhametlilerle, vatanseverlerle, milliyetperverlerle, müsamahakârlarla, vicdan sahipleriyle, hayırseverlerle, alçakgönüllülerle, affedicilerle bir olmak ve onlara bütün desteğimizi vermekle mükellef olduğumuzun şuur ve bilinciyle hareket etmeliyiz.

İçinde bulundukları refahın, huzurun peşine düşen zulmedenlerden, suçlu ve günahkârlardan olmamak adına; yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi iyi insanlardan olmalıyız.

Unutmayınız ki dünyayı iyiler ve iyilikler kurtaracak.

Unutmayın ki zulme rıza göstermek, yeryüzünde durmak bilmeyen kötülüklere karşı ses çıkarmadan seyirci olmak, herşeyi balkondan seyretmek, zulmün ta kendisidir.”

 

AZİZİM DİYOR Kİ…

Veyis Ersöz Hoca, en son verdiği pozunda bizlere el sallıyordu. Yâni bize ve sevdiklerine; “Allahaısmarladık, hoşça kalın, elveda…” diye mesaj yolluyor.

Gerçek ahiret yurduna imanlı bir şekilde göçen Veyis Hoca’m!

Güle güle…

Nûr içinde yat.

Yoldaşın Peygamberimiz olsun.

Gençliğin Geleceği - Geleceğin Gençliği

(TÜRKİYE YÜZYILI MAARİF MODELİ)

     Millî Eğitim Bakanlığınca, internet sitesi üzerinden bir hafta süresince görüş bildirilebilecek tüm öğretim kademelerindeki zorunlu derslere ait "Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli" yeni müfredat taslağı yayınlanmıştır. Bu konuda düşüncesi derdi olan mutlaka katkı sunmalı, Eğitimimiz değerlerimize bağlı Tevhidi bir bakış açısıyla yeni icatlara yol açacak geleceğimizin gençliğini mutlaka yetiştirmeliyiz. Bir ayağımız İslam da, değerlerimizde, diğer ayağımızla insanlığın lehine yapılan icatları gelişmeleri takip ederek başarılarımıza yeni başarılar eklemek zorundayız. Ezberci bir eğitim-öğretimden muhakeme eden sorgulayan bir konuma geçilmelidir.

   Milli Eğitimimiz uzun yıllar Amerika Birleşik Devletleri’nin belirlediği Fulbright Programı çerçevesinde şekillenip yönetilmiş bilimsel imkânlar arzu edilen şekliyle geliştirilmediği gibi gençlerimizin değerlerimizden uzaklaşması sağlanmıştır. Geçmişte ecdadımız her alanda en önde olmasına rağmen bilinçli bir geri bırakma çabası söz konusudur. Tamda Fulbright’ın olumsuzluklarından yeni yeni arınıp kurtulmakta olduğumuz bir dönemde en iyi modeli oluşturmak zorundayız. Rol Model Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Ashab-ı Suffe de verdiği eğitim, Azamiye Medresesi ve akabinde 1067 yılında kurulan Nizamiye Medresesiyle zirve yapmıştır. Milli kodlarımızda var olan bu güzel uygulamalı başarılara Osmanlı dönemindeki Enderun Eğitimi’nin zenginleştirilip günümüze her birinin güzelliklerinin uygulanmasının çok yararlı olacağını düşünüyorum. Gençliğin Geleceği-Geleceğin Gençliğini çok donanımlı bir şekilde yarınlara hazırlamak zorundayız.

   Ayrıca Gazze’deki kardeşlerimizin aldığı eğitim incelenmeli aynen ülkemize de uyarlanarak uygulanmasının çok güzel ve faydalı olacağını düşünüyorum. Filistinli kardeşlerimizle yaptığım konuşmalar sonucu nasıl bir eğitim aldıklarını öğrenmeye çalıştım. Her bir Gazzeli Müslüman kardeşimizin Üniversite mezunu olmak için çalıştığını yüzde doksan altı oranında Üniversiteyi bitirdiklerini öğrendim. Üniversiteyi okuma amaçlarının; İş bulmak için değil okuduğu bölümde elde ettiği bilgilerin kendisine, ülkesine ve insanlığa fayda sağlayacak birikime sahip olmalarını hedeflediklerini belirttiler. Dini eğitimlerinin çok büyük bir bölümünü ailesi ile birlikte mahalle camiindeki görevlilerden öğrendiklerini açıkça ifade etmişlerdir. Siyonist İsrail tarafından uygulanan vahşi zulüm sonrası harabeye dönen Gazze yaşanamaz olmasına, binlerce şehit, on binlerce yaralı İki Milyonun oradan oraya sevk edildikleri sıkıntılı dönemlerde bile yediden yetmişe her birinin şikâyet etmeden Mücahitliği, yiğitliği, ölümü öldürmeleri karşısında insanlıktan nasibi olanlar İslam’ı araştırmaya yönelmektedir. Her geçen günde artmaktadır. Bu müstesna samimi Gazzeli kardeşlerimiz her birimize her alanda en güzel örnek olmuşlardır. Onların örnekliğini çok önemsiyorum.

     Okullarımızdaki Anaokulundan Üniversiteye kadar Müfredat değişikliği ile her Branştaki ders kitaplarının değerlerimizle uyumlu yazılımı gerçekleştirilmesi çalışmaları özümüze uygun olarak tamamlanmalıdır. Okuldaki eğitim-öğretim dışındaki zaman diliminde; her mahallede Öğretmen, Veli, İmam, Pedagog v.b. gibi toplumun değer verdiği örnek şahsiyetlerin desteği ile Öğrencilerin zamanlarının çok iyi değerlendirildiği etkinlikler yaş gruplarına göre oluşturulmalı, Devletimiz tarafından maddi finansman oluşturulup desteklenmelidir. Maddi finansman için ise köyler hariç Şehirlerdeki Muhtarlıklar kaldırılarak onlara verilen bütçe bu bölüme aktarılırsa faydalı olur kanaatindeyim. Bir milletin ilerlemesinde Maddi ve Manevi güzelliklere sahip olmasındaki en etkili gücün Eğitim-Öğretinden geçtiği aşikârdır.  Geleceğimizin teminatı gençlerimizin okullarımızda Öğretmenlerimiz tarafından en iyi şekilde sahip çıkılarak, bilgili, güzel ahlâk sahibi olarak yetiştirilmeleri en büyük arzumuzdur. Ancak; ebeveynlere, Sivil Toplum Kuruluşlarına da büyük görevler düşmektedir. Her birimiz bugüne kadarki, maddi ve manevi yardımlarımızı artırarak, geleceğimizin teminatı gençlerimize sahip çıkmalıyız.

    İslam ile bilim kesinlikle çelişmez. Ancak, müspet bilim sürekli aşama kaydedip, değişken bir özellik ortaya koyar. Bilimsel araştırmalar sonucunda, Ampirizm (deneycilik), sınama-yanılma, gözlem v.b. yöntemler ile somut olarak ispat edilmiş net bilgiler ile İslam kesinlikle çelişmez. İslam dini, Vahye tabi olmakla birlikte, aklı, tefekkürü, okuyup araştırmayı, bilimi vb. hususları vazgeçilmez olarak tanımlamıştır. Ancak, fizik, kimya, tıp vb. bilim alanlarında teori olarak ortaya atılan bilgiler kesin bilgiye dönüşmediği sürece, İslami hükümler ile bilimsel olmayan bilimselmiş gibi sunulan sonuçlar arasında çelişki varmış gibi görünen hususlar olabilir. Bu çelişki bilimin o alanda henüz doğru, somut bilgilere ulaşmadığını gösterir. İslam’ın emirleri de yasakları da insanlığa fayda sağlar. Adalet emredilmiştir. Her hak sahibine hakkı adalet ile verilir. Adaletin olmadığı yerde zulüm vardır. İnsanlar arasındaki güven, huzur ve mutluluk ancak adalet ile sağlanır. İslam dininde; Zekât, İnfak emredilmiştir fertler arsında birbirlerine olan güveni, sosyal adaleti, kardeşliği temin eder. İçki yasaklanmıştır aklı örttüğünden ailevi geçimsizliklere, trafik kazalarına kısacası bedensel, ruhsal ve toplumsal birçok zararın oluşmasına vesile olmaktadır. İçkinin, alkolün terki sebep olduğu bütün olumsuzlukların sonlanması demektir. Hırsızlık, Zina, Yalan, Kumar, Faiz, Rüşvet v.b. yasakların her birinin de zararları sayılamayacak kadar çoktur. Değerler eğitimimiz bütün derslerle uyumlu bir şekilde verilmelidir.

     Türkiye’mizde, son yıllarda, maddi ve manevi çok güzel hizmetler yapılmıştır. Özgürlüklerin önü açılmış,  kardeşliğin temini için adımlar atılmış, insanlarımızın her birine değer verilmiş, Meslek Lisesi Mezunlarına uygulanan; Katsayı adaletsizliği giderilmiş,  Meslek Liselerinin Orta Kısımları açılmış, Hafızlık ile ilgili engeller kaldırılmış, Kesintisiz eğitim, kesintili hale dönüştürülmüş, Kur’an-ı Kerim, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)’in  Hayatı ve Temel Dini Bilgiler seçmeli ders olarak, Orta Okul ve Liselere konulmuş, yıllardır kanayan bir yaraya, neşter vurulup, Başörtüsü yasağı kaldırılarak, bütün kamu kurum ve kuruluşlarında serbest bırakılmıştır.

     Tam arzu edilen şekliyle sıkıntılarımızı aştığımız zaman, hem Ortaöğretimde, hem de Üniversiteye girişte sınavların kaldırılmasının da bir zorunluluk olduğuna inanıyorum. İlk kademe sonunda öğrencinin yetenek ve kapasitesine uygun olarak yönlendirme yapılmalı, okul başarısına göre tercihini yaparak şimdiki gibi merkezden yerleştirilmelidir. Bu konuda özel Okulların fazla puan vererek adaleti zedeleyecekleri yoğun ifade edilecek olsa da, etkin denetimle yanlış yapanların cezalandırılması ile sorunsuz bir konuma taşınabilir. Aynı müfredata tabi sınıf öğrencilerin sene içi sınavlarının bazıları merkezi yapılabilir. Okullarımızda uzun yıllar, birçok öğretmenden aldığı notları yeterli görmeyip, birkaç saatlik sınavla gencimizin okuyacağı Okulu belirlemek doğru bir tercih değildir. Diyelim ki, sınav günü, hasta olan, bir yakınını kaybeden başarılı bir gencin sıkıntılı anında başarısız olabilmesi de kaçınılmazdır. Hâlbuki Okul başarısı yılların birikimi sonucu oluştuğu için daha olumlu sonuç verir.

     Asım’ın nesli gençliği yetiştirmemiz için, hem ebeveynler, hem öğretmenlerimiz, idarecilerimiz ve toplumumuzdaki bütün duyarlı kardeşlerimize çok büyük görevler düşmektedir. Atasözümüzde güzelce ifade edildiği gibi; “Ağaç yaş iken eğilir.” Bu gerçekten hareketle, çocuklarımıza, hem kendimiz, hem de okullarımızda dinimiz İslâm ile ilgili bilgileri öğretmemiz, güzel ahlâk sahibi olmaları için çalışmamız çok faydalı olacaktır. Dini ilimler ile birlikte çağın gerektirdiği şekilde müspet bilimleri de en iyi şekilde öğretmek zorundayız. Değerlerimizin merkeze alındığı çok özlü güzel bilgiler öğrettiğimiz zaman, gençlerimizin yaşamları süresince, istikametlerinin doğru ve düzgün olmasına yarayıp yön vereceğini de unutmamamız gerekmektedir. En güzel yatırım insana yapılan yatırımdır. Milli Eğitim Bakanlığımızın bedava verdiği kitaplar hiç kullanılmamakta, Okul idarelerinin Öğretmenler ile belirledikleri kaynaklardan dersler takip edilmektedir. Bedava kitap verme iptal edilmeli, ihtiyaç sahiplerine Kitap desteği yapılması daha uygundur.

      Gençlerimize, milli, manevi ve ahlaki değerlerimize bağlı kalacakları, bununla beraber teknolojiden faydalanabilme imkânları da çok güzel bir şekilde sağlanmıştır. Evlâtlarımızın çok iyi eğitim almaları için uğraşmalı, dürüst, ahlâklı olarak yetiştirmeye gerçek anlamda özen göstermeliyiz. Her türlü kötülükle mücadele etmeliyiz. Alkol, Uyuşturucu, Sigara, Fuhuş v. b. olumsuzluklardan evlatlarımızı uzak tutarak sorumlu kişiler olarak aydınlık yarınlara en güzel şekilde hazırlamalıyız. Bütün yasaklar kalkmışken kıymetini bilelim ve Şikâyetçi olmayalım, çözüme odaklanalım. Gençlerimize öz güvenlerini vermeli, tarihimizin derinliklerinde kalan, birçok buluşa imza atan ecdadımız gibi, yarınlarda da çok değerli icatlara sahip olacak, güzel ahlâk sahibi Asım’ın Nesli Tekno Fest gençliğini yetiştirmek için çalışmalıyız. Arzu ettiğimiz şekilde nesilleri yetiştirmeye çalışırken, gençlerimizi zararlı alışkanlıklardan, kötü tavır ve davranışlardan, eğitim ve öğretim yoluyla uzaklaştırmalıyız. Gençlerimizi sevgi, saygı, hoşgörü, birlik, beraberlik, ezan, bayrak ve kardeşlik duyguları ile dopdolu bir şekilde yarınlara hazırlamalıyız. Karanlığı, aydınlığın yok ettiği gibi, bizler de kötü, çirkin ve zararlı olan davranışlardan evlâtlarımızı kurtarmalıyız. Aydınlık yarınlara huzur, güven ve mutlulukla varmalıyız.  

      Değerlerimizin farkında, bilimsel çalışmalarını da büyük bir aşk ve muhabbetle yapıp, güzel Ülkemiz Türkiye’mizin kalkınmasına vesile olacak gençlerimizin, insanlarımızın arzu ettiğimiz sayılara ulaşması duası ile sıhhat ve afiyetler dilerim.  

       omerlutfiersoz@gmail.com

 

Avustralya'da Cuma İzni

Cuma tartışmaları, beni 36 yıl öncesi yaşadığım bir olaya götürdü. Avustralya Melbourne'de din görevlisiyim. Amerikalıların kurduğu tam kapasiteyle çalışan ve otomobil üreten Ford Motor Company’de Türk işçileri de çalışıyor.
Dini inanç ve ibadet özgürlüğüne önem veren Avustralya'da işçilerimiz, Cuma günleri Camiye gelip namaz kılmak istiyorlar lakin Ford Fabrika yönetimi mesai saatlerinde dışarı çıkmalarına izin vermiyor. Ancak, vakit namazlarını münferiden içeride kılmalarına izin veriyorlar...
Sorunu çözmek için Broadmeadows Türk İslam Cemiyetimiz devreye giriyor ve Müslüman işçilerin Cuma namazı saatinde Fabrika dışına çıkmasına izin verilmesini talep eden bir yazı gönderiyor. Gerekçe olarak da, Cuma namazının camide kılınmasının farz ve zorunlu, vaktinin de belli ve sınırlı olduğu bildiriliyor.
Fabrika yönetimi önce talebi olumlu karşılıyor fakat izin vermek için Türkiye'deki uygulamayı soracaklarını, çalışanlara orada nasıl bir düzenleme yapılıyorsa burada da aynısını uygulayacaklarını belirtiyorlar.
Büyükelçilik kanalıyla yapılan yazışmalardan sonra Ankara'dan gelen cevap herkesi şaşırtıyor:
"Türkiye Cumhuriyeti Laik bir Ülkedir. Çalışma saatleri dini kurallara göre düzenlenemez. Çalışanlar için Türkiye'de Cuma namazına özel bir izin uygulaması yoktur."
Fabrika yönetimi gelen yazıyı Cemiyet yetkililerine göstererek: "Sizin ülkenizde uygulama böyleyken bizim yapacağımız bir şey yok" diyerek üzüntülerini bildiriyorlar.
Gelen bu yazıya rağmen Cemiyetimiz işin peşini bırakmıyor, ısrarını sürdürerek ikinci bir yazıyla, “Fabrikada sadece Türk işçilerinin bulunmadığını, diğer ülkelerden de Müslümanların bulunduğunu” belirtip uygulamanın o ülkelerden de sorulmasını talep ediyor.
Sonucu merakla bekleyen Cemiyet yöneticileri ve işçiler, bir süre sonra Fabrika yönetimince Cuma namazı için belli saat aralığında izin verildiğini sevinerek öğreniyorlar. Türkiye’den izin çıkmasa da, halkı Müslüman olan diğer ülke büyükelçiliklerinden gelen müspet cevaplar, Fabrika yönetimini ikna etmiş ve bütün Müslüman işçilere Cuma namazı için izin çıkmıştır artık...
Bu gelişmeden sonra, ben de Cuma hutbelerinin dilinde değişiklik yapma ihtiyacı duymuştum. Daha önce Türkçe hazırladığım hutbeleri, diğer ülke Müslümanlarının da camiye gelmesiyle Türkçe, İngilizce ve Arapça olarak üç dilde hazırlamaya başladım. Artık Broadmeadows Camii sadece Türklere hitap eden bir mabet değil, olması gerektiği gibi her coğrafyadan Müslümanlara hitap eden, her etnik kökenin rahatça gelip ibadet ettiği, tanışıp kaynaştığı bir İslam Merkezi olmuştu.
Yaşadığım bu olayın analiz ve yorumunu yazıyı okuyanlara bırakarak konuyu burada noktalamış olayım.

Türk Tarihinin Büyük Zaferi: KUT'ÜL AMARE

“Tarih bu olayı yazmak için kelime bulmakta müşkülata uğrayacaktır. İşte 'Osmanlı sebatının, İngiliz inadını kırdığı' birinci zaferi Çanakkale'de, ikinci zaferi burada görüyoruz." Halil Paşa

Irak Cephesinde 29 Nisan 1916'da Türk ordusunun zaferiyle sonuçlanan Kut'ül Amare Savaşı, Birinci Dünya Savaşı'nın temel muharebelerinden biri olarak kabul ediliyor. İngiliz birliklerinin teslim alınmasıyla kazanılan bu zafer, Çanakkale'nin ardından Birinci Dünya Savaşı'nın "en büyük zaferi" olma niteliği taşıyor.

Bu sebeple üzerinde çok fazla durulmayan bu önemli zaferin unutulmaması ve bu şanlı zaferin yeni nesillerimize aktarılması amacıyla, yıldönümü olmasını fırsat bilerek bugünkü köşe yazımda bu konuya yer vermiş oldum.

Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi haber ajansı olan Anadolu Ajansı’na ait aa.com.tr sayfasından alınan bilgiler ışığında Kut’ül Amare Savaşı ve sonunda kazanılan zaferle ilgili şu gelişmeleri aktaralım.

Genelkurmay Başkanlığının arşivinde bulunan Kut'ül Amare Savaşı'na ilişkin askeri belge, kroki ve komutanların yazışmaları, 13 bin 300 kişilik İngiliz ordusunun teslim alınışıyla elde edilen zafere dair pek çok ayrıntıya ışık tutuyor.

Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Dairesi Başkanlığı verilerinden derlenen bilgiye göre; İngiliz tarihçi James Morris'in, "Britanya askeri tarihinin en aşağılık teslimi" diye tanımladığı Kut'ül Amare Savaşı, Irak'ın doğu kesiminde Dicle Nehri kıyısındaki Kut şehri yakınlarında konuşlanmış İngiliz ve müttefiklerinin kuşatılmasıyla başladı ve kasabanın Osmanlı ordusu tarafından ele geçirilip, İngiliz birliklerinin tamamının esir alınmasıyla tamamlandı.

Tümgeneral Townshend komutasındaki İngiliz 6. Tümeni Bağdat'a ilerlerken, 22 - 23 Kasım 1915'te Selmanı Pak Muharebesi'ni kaybedip geri çekildi ve 3 Aralık'ta Kut kasabasına sığındı. 6. Ordu'nun komutanlığına atanan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Albay Sakallı Nurettin Paşa'nın birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı.

İngilizler, Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki Tigris Kolordusu ile hücuma geçti, ancak 6 Ocak'ta Şeyh Saad Muharebesi'nde 4 bin askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede Türk ordusuna "geri çekilme" emrini veren 9. Kolordu Komutanı Miralay Nurettin Paşa ise görevinden alındı, yerine Halil Paşa getirildi.

İngiliz ordusu, 13 Ocak 1916'da Vadi Muharebesi'nde bin 600, 21 Ocak 1916'da Hannah Muharebesi'nde 2 bin 700 asker kaybıyla geri püskürtüldü. Mart başında tekrar taarruza geçen İngilizler, 8 Mart 1916'da Sabis mevkisinde Albay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum etti, fakat 3 bin 500 asker kaybederek geri çekildi. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledildi. 19 Nisan 1916'da Bağdat'taki karargâhında tifüsten ölen Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın yerine 6. Ordu komutanlığına atanan Halil Paşa, 29 Nisan'da General Charles Townshend komutasındaki İngiliz ordularını teslim aldı.

İngilizlerden para teklifi

Askeri belgelere göre, Halil Paşa, Osmanlı Genelkurmayına bir telgraf göndererek, siperlerin önünde görüştüğü İngiliz komutan Townshend'in "1 milyon İngiliz lirası karşılığında, 13 bin 300 kişiden oluşan ordusuyla Hindistan'a gitmesine izin verilmesini" teklif ettiğini bildirip devletin bu konudaki emrini sordu.

Osmanlı Genelkurmayından Halil Paşa'ya gelen cevapta, "Siyaseten İngilizlerin hoşuna gidecek işler yapma mecburiyetinde olmadığımız gibi, paraya da ihtiyacımız yoktur. Orduyu kâmilen teslim etmek üzere yalnız Tümgeneral Townshend'e şahsen müsaade edilebilir. Bundan başka hiçbir şart kabul olunamaz." ifadelerine yer verildi.

Osmanlı Genelkurmayından gönderilen başka bir yazıda da "Tümgeneral Townshend'in, ordusuyla teslim olup harp boyunca Türk ordusuna hiçbir hasmane harekette bulunmayacağına söz verirse serbestçe istediği yere gidebileceği" belirtildi.

Bu emir, Halil Paşa tarafından Tümgeneral Townshend'e bildirildi. Townshend, bunun üzerine Halil Paşa'ya gönderdiği telgrafta, "Yalnız bir şey isteyeceğim, o da şehrin tesliminden sonra yaverim ve 3 emir erimle İstanbul'a naklimi Enver Paşa hazretlerinden istemenizdir. Müsaade edildiği takdirde ziyadesiyle minnettar olacağım" dedi.

Tümgeneral Charles Vere Ferrers Townshend, kuşatma sürerken Halil Paşa'ya gönderdiği mektupta, ordusunu teslime hazır olduğunu belirterek, şu ifadeleri kullandı:

"Efendim Hazretleri, açlık bizi silah bırakmaya zorluyor. Zatıâlilerinin, 'Sizin cesur askerleriniz bizim samimi ve kıymettar misafirlerimiz olacaktır' sözlerinize istinaden kahraman askerlerimi size teslime hazırım. Askerlerim verilen görevi yaptıkları için onlara iyi davranınız. Siz, askerlerimi Selmanpark Muharebesi'nde, ricat zamanlarında ve beş ay devam eden Kut'ül Amare Kuşatması'nda görmüşsünüzdür. Askerlerimin vazifesini nasıl ifa ettiğini takdir etmişsinizdir. Askeri harp tarihi, özel olarak bu meseleyi teyit edecektir. İcab eden şartlar yerine getirildikten sonra sizin karargâhınıza gelip, Kut'ül Amare'yi teslim etmeye hazırım. Fakat erzakın sevkini hızlandırmanızı rica ve temenni eylerim. Size hastanemi ziyaret etmenizi ve orada bulunan askerlerimden bazılarının kolsuz ve ayaksız, bazılarının da hasta ve zayıf olduğunu görmenizi teklif ediyorum. Bunları harp esiri olarak almaya hevesli olduğunuzu farz etmem. Bunlar için en iyi yolun yaralıların Hindistan'a sevki olacağı kanaatindeyim."

Tümgeneral Townshend mektubunda, teslim olduktan sonra İstanbul'a, oradan da Londra'ya geçeceğini ifade etti ve zaferinden dolayı Halil Paşa'yı kutladı.

Bu arada, İngiliz Avrupa Kuvvetleri Karargâhına gönderdiği mesajda, Kut'taki muhafızları almak üzere bir Türk alayının kasabaya yaklaştığını, hem kale hem de şehrin üzerine beyaz bayrak çektiğini, bazı belgelerle telsizi imha edeceklerini bildiren Townshend, mesajının sonuna, "Kut'tan bütün gemilere ve istasyonlara elveda ve hepinize iyi şanslar" notunu ekledi.

İngiliz ordusu teslim oldu

6. Ordu Komutan Vekili Halil Paşa, 16 Nisan'da Enver Paşa'ya geçtiği mesajda, "Mahsur Tümgeneral Townshend’in ordusunu harp esiri olarak bu sabah teslim almaya başladığımızı arz eyler ve yüce muvaffakiyetini tebrik ederim" ifadesine yer verdi.

Halil Paşa, daha sonra Başkomutanlık Vekaleti'ne gönderdiği bir başka mesajda, silahlarını gece tahrip ederek teslim olan İngiliz askerlerinin sabahtan itibaren harp esiri olarak teslim alınmaya başlandığını bildirerek, şunları kaydetti:

"Tümgeneral Townshend'in kılıcını almadım ve kendisiyle yaverinin ve 3 hizmetçisinin harp esiri olarak Dersaadet'e sevk edileceğini vadettim. Esirlerin 5 general, 277 İngiliz zabiti, 274 Hintli neferi ve 3 bin 400 gayri muharip ki toplamı 13 bin 300 küsürdür. Daha sonra dâhile sevk olunmak üzere zabıtan Bağdat'a, efrad Samarra'ya sevk olunacaktır."

Kesin Türk zaferiyle biten kuşatmanın ardından 3. Alay Komutanı Binbaşı Nazmi, Kut'taki hükümet konağına Osmanlı bayrağı, Tümgeneral Townshend'in karargâhına da alayın sancağını dikti.

"Çanakkale'deki dersi bir kere daha aldılar"

Savaşın gidişatına ilişkin Osmanlı Genelkurmayına iletilen bir mesajda, "Takriben beş aydan beri kahraman askerlerimizin kuşatması altındaki Kut'ül Amare'de mahsur kalan İngiliz ordusunun nihayet orduyu Hümayuna teslime mecbur olduğu" belirtilerek şu bilgiler verildi:

"Nihayet İngilizler, Çanakkale'de aldıkları ders ve tecrübeyi bir kere daha aldılar. Osmanlı mukavemetini kıramayacaklarını, Osmanlıların elinden ganimetleri alamayacaklarını anladılar. Hücumları kesildi. İngilizler bu sefer kuşatma altındaki kaleye erzak sokmaya teşebbüs ettiler. Önce uçaklar ile un çuvalları attılar. Osmanlı silahı bu ümidi de kırdı. Harp tayyarelerimiz bu bakkal tayyarelerini birer birer sükut ettirmeyi başardılar.

Düşman başka bir çare buldu. Vapurla gece karanlığından istifade ederek zahire sokmaya teşebbüs ettiler. Her zaman müteyakkız bulunan kahraman askerlerimiz yüzlerce ton erzak yüklü bu vapuru derhal müsadere ettiler. Artık Tümgeneral Townshend için hiçbir kurtuluş umudu kalmamıştı. 13 Nisan'da Tümgeneral Townshend, Irak ordumuzun kumandanına müracaat edip, ordusuyla beraber serbest çıkmasına müsaade edilmek şartıyla, Kut'ül Amare'yi teslim etmeye razı olduğunu bildirdi. Kendilerine kayıtsız şartsız teslim olmaktan başka çareleri olmadığı bildirildi. İngiliz kumandanı bu sefer yeni şerait ortaya koydu. Ordumuzun üstün ve mutlak galip vaziyetini bilmiyormuş gibi, Osmanlı kumandanlarını para ile alt edebileceğini sanıp, tüm toplarını teslim etmeyi ve 1 milyon lira takdim etmeyi teklif etti. Aynı cevap verildi. Nihayet her taraftan ümidi kesilen Tümgeneral Townshend, bugün Kut'ül Amare'de bulunan bütün İngiliz ordusunu muzaffer Osmanlı kumandanına teslim etti."

6. Ordu'ya mesaj

Zaferin ardından Halil Paşa, 6. Ordu'ya yayımladığı mesajda, şunları kaydetti:

"Orduma: Arslanlar, bütün Osmanlılara şeref ve şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın güneşli semasında şehitlerimizin ruhları sevinçle gülerek uçarken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum. Ordum gerek Kut karşısında ve gerekse Kut'u kurtarmaya gelen ordular karşısında 350 subay ve 10 bin erini şehit vermiştir. Fakat buna karşılık bugün Kut'ta 13 general, 481 subay ve 13 bin 300 er teslim alıyorum. Bu teslim aldığımız orduyu kurtarmaya gelen İngiliz kuvvetleri de 30 bin zayiat vererek geri dönmüşlerdir. Şu iki farka bakılınca, cihanı hayretlere düşürecek kadar büyük bir fark görülür. Tarih bu olayı yazmak için kelime bulmakta müşkülata uğrayacaktır. İşte 'Osmanlı sebatının, İngiliz inadını kırdığı' birinci zaferi Çanakkale'de, ikinci zaferi burada görüyoruz."

18. Kolordu Komutanı Miralay Kazım Karabekir de "Tarihimizin iki yüz seneden beri yad etmediği böyle bir zaferi bize lütfeden Cenabı Allah'a şükredelim" ifadesini kullandığı emir yazısında, şunları kaydetti:

"Bu zaferin en büyük şan ve şerefi, böyle bir vakayı İngiliz tarihinde ilk defa Türk süngüsünün kaydetmesindedir. 18. Kolordu'nun aslan yürekli erleri, Cenabı Allah'a secdeye kapanalım. Bu akşam şehitlerimize Fatihalar, Tebarekeler, Yasinler okunsun. Gaziler birbirine sarılsın, birbirini tebrik etsinler. Ben de bugünkü Kut'ül Amare Bayramı vesilesiyle sizin pak ve yüksek alınlarınızdan kemali hürmet ve samimiyetle öperim."

İşte böylesine önemli olan Kut’ül Amare zaferi unutulmasın, unutturulmasın. İngiliz tarihinde böyle bir yenilgi bir daha görülmemiştir. Kut’ül Amare Zaferi, Çanakkale Zaferi gibi tarihe altın harflerle, gerçekte şehitlerimizin kanları ile yazılan şanlı bir zaferdir. İngilizlerin unutturmaya çalıştığı Kut’ül Amare Zaferinin yıldönümü olan her 29 Nisan’da kutlamalar yapılsın. Her yıl gururla anılsın Kut’ül Amare Zaferi…  Bizim tarihimiz, Çanakkale gibi, Kut’ül Amare gibi şanlı zaferlerle doludur.  Sağlıklı ve mutlu yarınlar diliyorum.  


YAZARLAR
HAVA DURUMU

NAMAZ VAKİTLERİ


EN ÇOK OKUNANLAR
FACEBOOK
ANKET
Yeni Arayüzümüzü Beğendiniz mi ?
Evet
Hayır
  
FOTO GALERİ
VİDEOLAR
Copyright © Doğruses - Konya haberleri   |
|
Sitemizdeki yazı , resim ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz veya kaynak gösterilemeden kullanılamaz.
Görsel Tasarım ve Yazılım : Genç Online Türkiye'nin En iyi 1 oyunlar1 sitesi